Tuesday 30 December 2008

Alıntılar-3

Rasyonel bir kişi kesinliğin olanaklı olmadığı durumlarda olasılığı en kuvvetli olan görüşe en büyük ağırlığı verir, yabana atılamayacak ölçüde olasılığı olanları da varsayım olarak aklında tutar; çünkü bunların tercihini gerektiren bazı kanıtlar sonradan ortaya çıkabilir.

Yönetmeyi sevenler halk tabakasına koyun sürüsü gözüyle bakmanın onların yararına olduğunu düşünürler; sigaradan hoşlananlar sigaranın sinirleri yatıştırdığını, alkolden hoşlananlar da alkolün zihni uyardığını söylerler.

Bir insan rasyonellikten uzaklaştığı ölçüde, başkalarını inciten şeylerin kendisini de inciteceğini göremez; çünkü nefret ve haset onu körleştirmiştir.

Özgecilik(Altruizm): Kendi yararını gözetmeksizin başkalarının iyiliğini düşünme, bencilliğin karşıtı.

Sunday 21 December 2008

Klein-Levin!

Nedir bu Klein-Levin sizce?
Bir sendrom: Klein-Levin Sendromu.

Bunu da Nip/Tuck ile ilgili araştırma yaparken bulduğum bir kavram. Hemen araştırdım ve sizlere de sunmak istiyorum.

Kaynak: http://www.realage.com.tr/RealAge.Web/Library/content.aspx?categoryId=42&id=2957


Klein-Levin sendromu, nadir görülen bir rahatsızlıktır ve aşırı uyku halinin aniden ortaya çıkmasına neden olur ve bu hal birdenbire ortadan kalkar. Günde 20 saatten fazla uyuyabilirsiniz.

Diğer semptomları, aşırı yemek yemek, sinirli olmak, zihin bulanıklığı, enerji azlığı, ve gürültüye karşı aşırı hassasiyettir.

Bu rahatsızlık, genellikle adolesan çağda görülür ve erkeklerde kadınlara göre 4 kat daha fazladır.

Semptomlar, bir kaç günle birkaç hafta arasında sürebilir, ve ani bir şekilde kaybolup sonra tekrar ortaya çıkabilir.

Hiperseksüalite-satiriasis & nemfomani

Hiperseksüalite nedir? Nip/Tuck hakkında araştırma yapıyordum, Wikipedi'de karşıma "hiperseksüellik" kavramı çıktı ve hemen araştırdım. Sizlerle de paylaşmak istedim.
Buyrunuz efendim... :)
Alıntıdır; ekleyeceğim bilgiler.



“Kendimi seks yapmaktan alamıyorum. Günün her saati aklımda cinsel fantezilerle bir kadını düşlüyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim. Cinsellikten başka bir şey düşünemiyorum. Artık işlerimi de aksatmaya başladım, arkadaşlık ilişkilerim zarar gördü ve yaptığından suçluluk duymaya başladım. Sabah başka, öğlen başka bir kadınla beraber oluyorum, sonra da akşam evime gidip eşimle birlikte oluyorum. Toplumda çok zor durumlarda kalıyorum, insanların içimdeki bu arzuları fark ettiğini düşünüp kimsenin yüzüne bakamıyorum, bunu saklayamıyorum. Ailemle veya dostlarımla vakit geçirmek yerine hangi kadınla birlikte olsam düşüncesinden kendimi kurtaramıyorum.”

Satiriasis – Erkekde Cinsel Doyumsuzluk - Hiperseksüalite


Cinsel davranışın ifade edilmesi, biyolojik, psikolojik ve sosyal etkilerin karşılıklı etkileşimlerinin karmaşık bir sonucudur ve dinsel, tıbbi, kanuni ve sosyal açılardan daima değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır. Fakat cinsel davranış ile ilgili kavramların kullanımındaki bilgisizlik, özensizlik ve bu konuda sorunu olan kişiler hakkında sistematik araştırmaların olmaması bu değerlendirmeyi zorlaştırmıştır. İnsan doğasının bir parçası cinsel arzuların baskılamaması gerekir fakat tüm zamanını ve enerjisini cinsellik için tüketen kişiye; kanunlar karşısında sorun yaratan, fiziksel, ruhsal, zihinsel sağlığı tehdit eden aşırı cinsel arzuları kontrol ve zararsız bir şekilde ifade edebilmesi öğretilmelidir.

Kadından kadına koşan, sürekli sevgili değiştiren erkeklerin yani moda deyimle playboyların, gerçekte, kökleri çocukluğa kadar inen büyük sorunları olduğunu düşünürüm. Bu tür erkekler çok sayıda kadınla cinsel ilişki kurarak cinsel güçlerinin çok fazla olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Böylece zafer kazanmış gibi görünürler ve bu yolla altta yatan aşağılık duygularını saklamaya çalışırlar. Yalnızlık, öfke, kendine karşı duyulan nefret gibi duygularla yüzleşmek yerine bunlardan kaçan playboylar seks ve aşkı aradıklarını söyleseler de aslında seksi ve aşkı zamanlarını öldürecek birer nesne haline getirerek kendi yaşamlarını ihmal etmektedirler. Ne gariptir ki psikiyatristler de playboyların içinde, bilinçdışı homoseksüel eğilimlere karşı savunma olarak gelişen bir kompulsiyon yani zorlantı olduğu kabul ederler. Bir başka çelişki de cinsel yönden doyumsuz erkeklere gelişmekte olan ülkelerde ve daha çok alt kültürde rastlanıyor olmasıdır. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde ve alt kültürlerde iş dışında kişinin zevk alınacağı imkanlar yoktur ve bu yüzünden cinsellik çok abartılı algılanır. Hiperseksüalite, her sosyo ekonomik düzeyde, her gelir grubundaki insanlarda görülebiliyor olsa da, Dr.Kraft Edbing cinsel duyguları fazla olan kadınlara sosyoekonomik yönden iyi olanlar arasında rastladığını, cinsel duyguları fazla olan erkeklerde ise sosyoekonomik yönden kötü olanlar arasında rastlandığını söyler. Yani bu durumda ülkemizdeki playboyların samimi olmadıkları da ortadadır. :))

Hiperseksüalite terimi ilk olarak John F.Kennedy'nin ‘‘dört saat seks yapmadan duramam’’ sözüyle gündeme geldi. O dönemde böyle bir hastalık bilinmediği için ancak yıllar sonra tanısı konabildi. Kennedy hiperseksüel bir erkekti. Kardeşi Edward Kennedy'nin seks bağımlılığı ise sevgilisiyle kaza yapınca ortaya çıkmış ve siyasi hayatı sona ermişti. Hasta olduğunu ve tedavi gördüğünü açıklayan bir diğer ünlü de Michael Douglas’dır. Ve bu yüzden son evliliğini yaparken eşini aldattığı takdirde büyük tazminat ödemeyi kabul eden bir anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır.

Dünyada birçok erkek için hiperseksüellik övünç duyulacak bir durumdur. Bu sayede bir çok kadın ile birlikte olurlar ve iktidarın kendilerinde olduğunu düşünerek tatmin olurlar. Fakat günümüzde normalin dışı bir durum olarak kabul edilen hiperseksüalite psikolojik bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Peki nereye kadar çapkınlık, nereden sonrası hastalık olarak kabul edilmelidir. Uzmanlara göre bu sınır, yani hiperseksüalite sınırı, altı aydan uzun bir süre tek eşli ilişkiye dayanamamadır. Erkeklerde görülürse adına “satiriasis”, kadınlarda görülürse adına “nemfomani” denmektedir.

Satiriasis Nedir?
Konumuz satiriasisi biraz daha açarsak, doyumsuzluğa varan aşırı seks düşkünlüğüdür. Cinsel duygu ve isteklerin kişiyi köleleştirmesidir. Argoda “azgınlık” olarak tanımlanır. Güncel bilimsel tarifi ise seksle ilgili düşünce ve eylemlerde ilerleyen bir ilişki bozukluğu sonucu denetimsiz cinselliktir. Tek bir eşle yetinemeyen, normalin üzerinde cinsel ilişki kuran ve seçici olamayan bu erkekler genellikle sürekli bir ilişkiye sahip değildir. Farklı eşlerle yineleyici cinsel etkinliklere girme dürtüsünü yenemedikleri için bu hastalık bir çeşit bağımlılıktır ve diğer bağımlılık özelliklerini sıklıkla taşır. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi kişinin itibarını, prestijini yok eder. Yani bağımlı erkek ve yakınları üzerindeki hastalığın olumsuz etkileri gün geçtikce ağırlaşır ve tüm bağımlılıklarda olduğu gibi aynı duyguyu ve tatmini sağlamak için gittikçe hiperseksüel davranışın şiddetini ve sıklığını artırmak gerekir. Çünkü bilindiği gibi bağımlılıklarda tolerans gelişimi kaçınılmazdır. İşte bu nedenle erkeğin cinsellikle ilgili düşünceleri sürekli beyinde bulundurduğu ve cinsellikten başka hiçbir şeyle ödüllendirilmeyeceği mesajlarının verildiği bir hastalıktır. Psikiyatri tanı kitapçığında ise bu hastalık "başka türlü sınıflandırılmayan seksüel bozukluklar" başlığı altında "art arta sıralanan, sadece kendisi için bir araç olarak görülen partnerlerle yineleyici şekilde cinsel ilişkilerden kaynaklanan rahatsızlık" olarak tarif edilir. Hastalığın tarifi konusunda son olarak; üzerinde kesin bir fikir birliği yoktur ve bu nedenle tarifler değişmektedir.

Hiperseksüel erkek kendi sosyal konumuna, saygınlığına, bulunduğu ortama uygun olmayan cinsel ilişkilere sık girer ve hayatı boyunca beraber olmayacağı insanlarla birtakım cinsel ilişkiler yaşar ve zamanla bundan suçluluk duymaya başlar. Ciddi sağlık problemleri, maddi sorunlar, parçalanmış ilişkiler ve hatta tutuklanma gibi ağır yasal sorunlarla karşı karşıya kalmasına rağmen sürdürülen seks bağımlılığı kişiyi intihar düşüncelerine kadar götürünce bir hekime başvurulur. Kişi seks bağımlılığını genellikle aradan geçen 6-7 yıl sonra anlar ve "ne yapayım, bende seks bağımlılığı var, kendime hakim olamıyorum, herkesten daha fazla ihtiyacım ve seks gücüm olduğu için yapıyorum"ları bir yana bırakıp hayatını kötü etkilemeye başladığı için tedavi olmaya razı olur.

Uzmanlarca ülkemizde hekime başvuran her yüz erkek hastadan en az üçünde görüldüğü ifade edilmektedir. Kadınlarda ise bu oran yüzde bir gibi daha azdır. Hiperseksüalite 25-50 yaş grubu arasında görülür.

“Jupiterisme” yani Yunan mitolojisinde devamlı her çeşit kadınla seksüel temasta bulunan Olimpos baş tanrısı, "Don Juanism” ve “Kazanova” satiriasisin bir dereceye kadar hafif şekilleridir. Hepsinde oedipus kompleksine karşı bir saplantı vardır ve adeta bir zamanlar sevmiş olduğu ana hayalini aramaktadırlar.

Hiperseksüel erkeklerin kişilik yapıları incelendiğinde, narsistik yapı, kendine hayran olma, kendini büyük görme ve bağımlı bir kişilik yapısı görürüz. Çabuk demoralize olan, sıkıntıya gelemeyen ve sıkıntısını giderme adına sürekli arayışlar içinde olan insanlardır. Karşısındaki insanı 15 dakikada göklere yükseltip ardından on gün sonra da yerin dibine geçirebilirler. Hayata bakış açıları genellikle karamsardır ve kendini acındırma gibi bir ruh hali içindedirler. Hemcinsleriyle araları çok kötüdür. İlgilendikleri tek konu pornografidir. Seksüel eylem ön plandadır. Erkek için o kadının güzelliği, çekiciliği önemli değildir. Mühim olan eylemdir.

Erkek cinselliği bilinmeyenlerle doludur. Sevişmeden büyük zevk alan her erkek, “tek bir çiçekle hayat geçmez” diyerek sürekli sevgili değiştiren ya da partnerini aldatan diğer erkeklerin ruh hali de satiriasis veya seks düşkünü olarak görülmemeli fakat bu tür davranışlar da cinsel yaşamın normal ölçülerinin aşılmış olduğu şeklinde değerlendirilmelidir.

Son yıllarda satiriasisin üzerine olan medya ilgisinin haricinde toplumsal ilgide artmıştır. Ancak aşırı seks düşkünlüğü büyük ölçüde toplumsal ve kültürel ölçütlere bağlı olarak değiştiğinden bu konuda çok nesnel değerlendirme yapılması zordur. Neyin normal veya uygun bir cinsel davranış olduğu yaşanılan toplumsal kültüre göre çok değişeceğinden satiriasis kavramı büyük ölçüde kültüre bağlıdır ve yalnızca cinsel eylemin miktarına göre değerlendirilemez.

Aşırı seks düşkünlüğü erkekteki cinsellik dışı tüm duyguları baskılar, iradeyi, aklı ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp, kişiyi yalnızca kadınların peşinde koşan bir hale getirir. Orgazmla birlikte gelmesi gereken rahatlama ve gevşeme olmaz ve cinsel gerilim hali sürer. Orgazm anında normal insanlar kadar büyük bir coşku da duymazlar ve doruk noktaları çok yüksek olmadığı gibi ardından gelen rahatlama da çok yetersizdir.

Aşırı seks düşkünlüğü bazen telefon seksi, cd filmler, eskort servisleri kullanma, bilgisayar pornografisi vb. aşırı derecede pornografik materyal kullanılarak devamlı masturbasyon yapmakla sınırlı kalabilir. Bazen de, saldırganlık, teşhircilik, çocuk tacizleri, tecavüz gibi yasal olmayan yollara uzanabilir. Ve hatta bu durum bazen o denli ağır olabilir ki, toplumun korunması için bu bireylerin hapsedilmeleri gerekebilir.

Satiriasis Nedenleri
*Çocukluğun sevgisiz ve güvensiz bir ortamda yaşanmış olması,
*Ruhsal bozukluklar,
*Manik depresif ataklar,
*Kalıtım yani genetik faktörler,
*Organik beyin hastalıkları,
*Kleine-Levin Sendromu,
*İç salgı bezleri düzensizlikleri vb.

Çocukluğunda sevgisiz ve güvensiz bir ortamda yaşamış hiperseksüel erkekler çocuklukta bulamadıkları ruhsal ve bedensel sıcaklığı sürekli değişen eşlerde ararlar. Bu nedenle gerçek doyumu bulamazlar. Çocukluktan gelen bu güvensizliğin şaşmaz belirtilerinden biri olarak sürekli kendilerini kanıtlamak ve yeni kadınlar fethetmek gereksinimi duyar. Bu nedenle bu bağımlılık kötü bir çocukluk geçirmiş, parçalanmış aile ortamında büyüyen insanlarda daha çok görülür.

Satiriasis Benzeri Durumlara Yol Açan Nedenler
Erkeklerde yaş dönümü yılları, hormonal dengesizliklerin yarattığı ruhsal bozukluklar ve bunalımlar, şizofreni, mani gibi dürtü kontrolünün kaybolduğu psikotik durumlar, borderline kişilik bozuklukları, amfetamin veya kokain gibi ilaçlar ve uyuşturucular, kafa travmalarından sonra özellikle frontal lob hasarları, temporal lob epilepsileri, genital egzema vb. durumlarda da hiperseksüalite davranışları görülebilir. Bu tür davranışlar satiriasis sayılmaz.

Partnerim Bir Satiriasis mi?
Bu yazıyı okuduktan sonra bazı kadınların akıllarını bu soru kurcalayacaktır. Rahat olun ve hemen panik yapmayın. Aşağıdaki soruların yanıtlarının çoğu “evet” ise bir hekimle danışma görüşmesi yapabilirisiniz: Cinsel ilişki sıklığı ve içeriği onu tatmin etmiyor mu veya daha fazlasını istiyor mu? cinsel isteklerine “hayır” denildiğinde çok öfkelenir mi? Maddi açıdan rahat mı? Sizinle seks yapmak konusunda bazen aşırı istekli bazen de isteksiz mi? Cinsel konularda görüş ayrılığınızın olduğu tartışmalarınız sık mıdır? Kendini ifade etmede ve duygusal açıdan yakın olmakla ilgili bir sorunu var mıdır? Cinsel ilişkiniz sırasında kendinizi yalnız hisseder misimiz? Pornografik içerikli yazılı veya görsel yayınlardan oluşmuş bir kolleksiyonu var mı? Partnerinizin iş haricinde çok boş zamanı mı var? Evdeki ruh hali seks yapıp yapmamasına göre değişir mi? Mizacı her an değişebilecek bir yapıda mı? Kendine hayran olma veya kendini büyük görme eğilimi var mı? Çocukluğunda duygusal, fiziksel veya cinsel anlamda bir istismara uğramış mı? Bazı günler kendini öfkeli, yalnız ve yorgun hissediyor mu? Çabuk demoralize olur mu? vb.

Tedavi
Satiriasisin tedavisi zordur. Bu hastalarda önce dengeli bir ruh hali yaratmak gerekir. Sıkıntıyı gidermek için birtakım ilaçlarla tedavi ve ardından cinsel terapi uygulamaları gerekir. Tedavi minimum altı ay sürer.

Satiriasis Hakkında Bilinmeyenler
*Dr.Kraft Edbing cinsel duyguları fazla olan kadınlara sosyoekonomik yönden iyi olanlar arasında rastladığını, cinsel duyguları fazla olan erkeklerde ise sosyoekonomik yönden kötü olanlar arasında rastlandığını söyler.
*Bazı psikiyatristler tarfından satiriasisin, bilinçdışı homoseksüel eğilimlere karşı savunma olarak gelişen bir kompulsiyon yani zorlantı olduğu kabul edilir.

Kaynak: http://www.yasamdersleri.com/yazi.asp?id=1659

Yaratıcı Fikirler Yarışması!!!

Merhaba tekrar!..

Dünya bankasının finansal desteğiyle yapılan bir yarışma var arkadaşlar. Katılmak isteyen falan olursa, buraya gözü ilişen, şöyle bir bakanlar için bu bilgiyi eklemek istedim. Her türlü bilgi sitede yer alıyor. İnceleyin, fikriniz olsun. ;-)

www.yaraticifikirler.org

Mamma Mia müzikali'nden bir parçayı da dinleteyim size :)
Meryl Streep'ten...

Türkiye'de Eşcinsel Olma (halleri)




"EŞCİNSEL OLMA HALLERİMİZLE BİRLİKTE TOPLUM DA DÖNÜŞÜYOR"

Bu başlık altında BirGün gazetesinde Türkiye'de eşcinsel olma halleri ile ilgili bir haber çıkmıştır. Bilginize.
Buyrun link: :)

http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1229477976&year=2008&month=12&day=17

Sürpriz! :)

Kaos Genç!

Merhabaaaa..

Kaos Gl'yi bilirsiniz hepiniz. Son zamanlarda Kaos, Kaos Genç diye bir grup oluşturdu ve tempolu bir şekilde çalışmalarına devam etmekte. Sizi de -eğer duymadıysanız- bilgilendirmek istedim. :)

Bu link'ten son yapılan çalışmayı ve gelecekteki projeleri inceleyebilirsiniz.
Buyrun: http://www.kaosgl.org/node/2263

Tuesday 25 November 2008

Kondom!

Blog'umu takip edenler, şöyle bir göz atanlar,
size kendimin de içinde bulunduğu bir kampanyadan bahsetmek istiyorum.
BİR GENÇLİK HİKAYESİ!

Nedir bu "bir gençlik hikayesi" ? Hemen açıklamaya başlayayım. 1 yaşını doldurmuş, CİNSEL SAĞLIK-ÜREME SAĞLIĞI başlıklarını içeren bir gönüllü kampanya. UNFPA(TURKEY) ve HABİTAT İÇİN GENÇLİK DERNEĞİ öncülüğünde devam etmektedir.

Dünyanın ve Türkiye'nin ilgilendiği konular çok farklı ama bizler hep bu konuyu unutuyoruz bence. Aslında en önemli şeylerden biri: cinsel sağlık-üreme sağlığı. Hep kaçıyoruz konuşmaktan, dile getirmekten...nedense?! Böylece kocaman bir TABU haline getirdik cinsel sağlık konusunu. Bugünlerde Tuğba Ekinci'nin "Kondom" şarkısını indirdim-internet'in bir güzelliği:download :) O şarkıyı dinliyorum ara ara. Bence çok güzel ve çok da anlamlı bir şarkı. Ama biz bunu da ti'ye alıyoruz, .iklemiyoruz yani(amiyane tabirle).

"Dünyaya kondom
Herkese kondom
Eline beline cebine kondom
..."


Alın bakalım ti'ye. Alın, alalım da görelim daha ne kadar cinsellik konulu vahşet sahneleri görebileceğimizi. Vahşet, belki uygun bir kelime olmayabilir burası için ama durumun önemini arzetmek için şeyettim. ;) Belki bu blog'ta gözünüze çarpar, dikkatinizi çeker ve siz de kampanya için bir şeyler yapmak için çaba gösterebilirsiniz. Ya da en azından bu konunun farkında olabilirsiniz.

Bence bu kampanya/çalışma çok önemli bir adım ama biz bu adımı atmaya pek yeltenmiyoruz. Birçok yerde(festivaller, yerel tanıtımlar) tanıtım yapma şansım oldu ve yine birçok insanla bu konu hakkında konuşma fırsatım oldu. Kişisel olarak çıkardığım şey şudur: hâlâ büyük bir tabumuz var!
Evet, bazı konuştuğum, tanıştığım insanlar çok önemli çalışma olduğunu söylediler ve beni can kulağıyla dinlediler. Söylediklerim bazılarına çok karmaşık, üst, entel konular olarak gelse de...biz bunu yapmaktan değil, konuşmaktan korkuyoruz. Yaparken herkes yapıyor ama konuşmaya gelince, bilgilenmeye gelince iş değişiveriyor. Bildikleri yolun doğru olduğunu sanan o kadar çok insan var ki!..
Daha kadınlardan kendi organının adının ne olduğunu bilmeyen sayısı bile vahim denecek düzeyde! Tabii, erkeklerin de başka türlü eksikleri var. Bunları kötülemek için söylemiyorum. Kendimizi eğiterek daha iyi bir cinsel hayata sahip olabiliriz. İlk gece korkularımız, erken boşalmalarımız belki daha aza inecek... İnsan konuştuğu ölçüde rahatlıyor. Neden bu sorunlar aksettiği zamanlar psikaytrlara gidişler arttı? Demek ki, bir şeyleri anlatmaya çalışıyoruz.
Kendi vücutlarımızı bile tanımıyoruz. Ben de öyleydim en başta. Ama bu kampanya'ya katıldıktan sonra fikirlerim çok değişti. Başka türlü bakmaya başladım cinsel sağlık konusu'na. Konuştukça rahatlıyor, bilgilendikçe kendinize güveniyorsunuz. Buradaki güvenin anlamı daha farklı tabii. ;)
Neden biz de azıcık olsun bilgilenmeyelim?..

Posterlerimiz vardı. Onları asmak için eczane ve dükkanları dolaştım ama onlar bile çekindi ilk başta. "Bu nasıl bir kampanya yahu?" gözüyle baktılar önce. Sonra kampanya'ya kendileri de dahil olmak istediklerini söylediler.

Hâlâ prezervatif almaya çekiniyoruz. "Aman, kimse görmedi umarım. Şunu alayım da hemen çıkayım şu dükkandan!" Çoğumuz bunları geçiriyoruz kafamızdan veya bunlara benzer sözleri. Öyle değil mi?

O zaman gelin bir siteyi ziyaret edin ;)
Ama gerçekten edin!..

Ayrıca, ben daha çok cinsel sağlık ayağı üzerinde durdum ama üreme sağlığı hakkında da çok büyük eksiklerimiz var. O da çok önemli bir ayrı başlık. İşte sitede hepsi hakkında bilgi var. Soru da sorabiliyorsunuz- sormaktan çekindiklerinizi :)


www.birgenclikhikayesi.com

Hadi kolay gelsin ;)

Saturday 22 November 2008

Alıntılar - 2


Devlet okullarımızın tek amacı yalnız ve yalnız baskı altına alma tekniğini öğretmektir.

O zaman uysallığı ve ürkekliği yaygınlaştırabilecekler; kitleleri gittikçe daha çok evcil hayvanlara dönüştürebileceklerdir.

Her görevli, elinde yetki bulunduran herkes, emri altındakilerin uysal olmalarını ister. Bu kimseler, emri altındakiler, kendilerinin ihsan etmek lütfunda bulunduğu şeyler için minnettar olacak yerde, nelerle mutlu olacakları konusunda kendileri karar vermek isterlerse, öfkelenirler.

Meteoroloji bilimi, yağmur duasından yarar bekleyenlerin çoğunun rahatını kaçırmıştır; ama iyi kalplilik için dua etmek insanları pek rahatsız etmemektedir. İyi kalpli olmanın nedenleri yağmurun nedenleri kadar iyi bilinseydi aradaki fark da ortadan kalkardı. Bir Harley Street uzmanına birkaç sterlin ödemekle bir ermiş olunabilseydi, kendini kötü emellerden kurtarmak için bir doktor çağırmak yerine dua eden kişi ikiyüzlü olarak nitelenirdi.

Geri zekâlılık ile iyot eksikliği arasındaki bağlantı herkesçe bilinir. Belki, zeki kişilerin , yeterince temiz olmayan kaplarda oluşan bazı ender bileşimlerin, yiyeceklerine çok az miktarda karıştığı kimseler olduğunu bir gün keşfedeceğiz. Ya da, belirleyici etken, belki de annenin hamilelik dönemindeki beslenme yöntemidir.

Alıntılar - 1



Psikolojinin en büyük pratik önemi, sıradan insanların mutluluğun nelerden oluştuğu konusunda daha doğru bir fikir verecek olmasındadır. İnsanlar gerçekten mutlu olursa haset, öfke ve yırtıcı itilerle dolu olmazlar.


Kendileri mutluluğu kaçırmış olan ve başkaları için de öyle olmasını arzulayan kötü niyetli insanların engellemesi olmasa, günümüzdeki bilgi birikimi ile, içgüdüsel mutluluğu sağlamak herkes için kolaylaşırdı. Mutluluk yaygın olunca kendi kendisini koruyabilirdi; çünkü günümüzde tüm politikayı oluşturan nefret ve korkuya çağrı yanıtsız kalırdı. Ancak, psikoloji bilgisi bir aristokrasinin eline geçer ve onun tarafından kullanılırsa, bilinen kötülüklerin devamına ve yoğunlaşmasına yol açacaktır. Dünya, ilk ortaya çıkmasından bu yana görülmemiş ölçüde mutluluk getirebilecek her türlü bilgiyle doludur. Ancak, eski uyumsuzluklar, açgözlülük, haset ve dinsel zulüm yolu kapatmaktadır.

Sunday 16 November 2008

Kadın-Erkek Eşitliğinde Sondan 7’nciyiz

CENEVRE - Cenevre merkezli Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) her yıl yayımladığı, 130 ülkeyi kapsayan dünyada kadın-erkek eşitliğinin durumu hakkında hazırlanan rapor, kadınların erkeklerle sağlık ve eğitim, ekonomik güç ve siyasi temsil açısından, hangi ülkede ne kadar eşit olduğunu ortaya koyuyor. İlk sıraları geçen yıl olduğu gibi Norveç, Finlandiya, İsveç ve İzlanda’nın aldığı raporda, Çin, ABD ve Fransa’nın net bir ilerleme kaydettiği belirtildi

Kuzey Avrupa ülkelerinin kadına çalışma hayatında doğum sırasında tanınan haklar, yüksek standartlı eğitim olanakları ve çocuk bakımında devlet yardımı ile liste başında geldiği rapora göre, Kuzey ülkelerinin bile bazı alanlarda mesafe kat etmesi gerekiyor. 1’inci ülke konumunu bu yıl da korurayan Norveç’de dahi durumun mükemmellikten uzak olduğunu hatırlatıyor. Norveçli kadınlar, erkeklerin sahip olduğu ekonomik ve siyasi fırsatlar ile sağlık ve eğitim olanaklarının sadece yüzde 82’sine sahip.

Kuzey ülkelerinin hemen altında ise İngiltere ve Almanya gibi ülkeler yer alıyor ki buralarda daha büyük sorunlara işaret ediliyor. Rapora göre İngiltere ve Almanya bu konuda ileriye değil geriye gidiyorlar.

Dünya Ekonomik Forumu bu durumun faturasını sadece kadınların değil, tüm ekonominin ödeyeceğinin altını çiziyor. Zira nüfusun yarısı gerçek üretim potansiyelini ortaya koyamadığı için ekonomi de bundan olumsuz etkileniyor. Başka büyük ekonomilerin de kadın erkek eşitliğini sağlamada bir hayli mesafe katetmesi gerektiği anlaşılıyor.

Fransa, geçen yıl 51. sırada yer bulurken, kadınların ekonomik ve siyasi hayata katılımında sağlanan gelişmeden dolayı bu yıl 15. sıraya yükseldi.

Çin’de cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi yolunda önemli ilerlemeler sağlandığı kaydedilen raporda, bu ülkenin geçen yıla nazaran 17 basamak yükselerek 57. sıraya oturduğu ifade edildi.

ABD ise 2007 yılında 31. sırada yer alırken, bu yıl 27. sıraya yükseldi.

Raporda Türkiye 123. sırada gösterildi. Tunus 103, Ürdün 104, Birleşik Arap Emirlikleri 105, Mısır 124, Fas 125, Pakistan 127, Suudi Arabistan 128 ve Yemen 130. sıraya yerleşti.

Söz konusu raporun, eğitim seviyesi, siyasete katılım, sağlık ve yaşam süresi gibi kriterlere bakılarak hazırlandığı ifade edildi.

Kaynak: www.ntvmsnbc.com

Engizisyon Toplumu

HIDIR GEVİŞ / TARAF

Değişim, insanlar için hayatta kalmanın ve ilerlemenin neredeyse tek yolu. Bir dönem geçerli olan düşünceler ve inanışlar bir dönem geliyor değişiyor. Bir dönem geçerli olan moda ya da mimari akım bir dönem geliyor yerini başka bir akıma bırakıyor.Değişim, yüzyılımızda çok daha önemli bir kavram haline geldi. Çünkü hayatın ivmesi geçmis yüzyıllara göre çok daha hızlı.

Örneğin günümüzde yeni teknolojiler, yeni iş çeşitlerini ortaya çıkarıyor ve eski iş çeşitlerini gereksiz kılarak ortadan kalkmasına sebep oluyor. Bu hızlı değişim karşısında kendinizi yenilemekten ve değismekten başka çareniz yok. Aksi halde her şeyin gerisinde kalıyor, kabacası hiç bir işe yaramıyor ve tedavülden kalkıyorsunuz.


AMERİKA'NIN DEĞİŞİM YETENEĞİ

Nitekim, bu stratejik anlamından dolayı, Amerika’nın yeni lideri Obama’nın, seçim kampanyası boyunca ana sloganı değisim oldu. Amerika’nın dış siyasette, iç siyasette, ekonomide ve diğer alanlarda tıkandığı noktalar var. Bu noktaları aşmanın tek yolu ise değişimden başka bir şey değil. Obama, değişim için söz verdi, seçmenler de değişime oy verdi. Çünkü Amerikan toplumunun önemli bir çoğunluğu, kendisini felç eden sorunlardan kurtulmanın tek yolunun, değisim olduğunu biliyor. Zaten Amerika’nın her konuda dünyada lider olmasının anahtarı da bu; değişebilme yeteneği.
Peki Türkiye, değişim konusunda ne kadar yetenekli? Bence Türkiyenin böyle bir yeteği yok. Tezatlık bu noktada başlıyor zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin, kendisiyle en çok övündüğü dönem, kuruluş yıllarıydı; yani ülkede en büyük değişimlerin yaşandığı dönem. O halde ne oldu da Osmanlıya karşı değişmekle gurur duyan bir Cumhuriyet, değişime en çok direnen katı bir rejime dönüştü.Bunu anlamak için değişimin yolunun nereden geçtiğine bakmak lazım. Açık fikirli olmak değişimin önündeki engelleri kaldıran en temel etken. Böylece gerçeği görüyor ve onunla daha doğru ve saglıklı bir ilişki kuruyorsunuz.Ancak biz, gerçekle ilişki kurma yeteneğimizi bir türlü ilerletememiş ve tümden kaybetmiş bir toplumuz.
Bu bağlamda, Turkiye’de son yaşanan Mustafa filmi tartışmalarını buradan dehşetle izliyorum. Ulusal bir liderle ilgili bilinen ama dile getirilmeyen bilgileri bir film yaparak dile getirmiş Can Dündar. Ancak Kemalist pirizden cerayanını alan toplum, hemen sekter ve adaletsiz bir engizisyon mahkemesi halini aldı ve Dündar’ı yargılamaya kalktı. Atatürkle ilgili bazı gerçeklerin dile getilmesinden pek çok kişi rahatsız olmuştu.
Peki neden Atatürk’ü insan yapan özelliklerinden rahatsız oluyor bu toplum. Liderler kişisel hayatında alkole de düşkün olabilir başka bir şeye de düşkün olabilir ... Bu neyi değiştirir, ne var bunda…


GAY BAŞKAN

Bu konuda, bizdeki ve Amerika’daki zihniyet farklılığını ortaya koymak için bir örnek vermek istiyorum. 2005 yılında yayınlanan Abraham Lincoln’un Mahrem Dünyası (The intimate World Of Abraham Lincoln) adlı kitabın yazarı Richard Brookhiser, Amerikan eski başkanlarından Lincoln’un gay olduğunu çok açık bir dille yazmıştı ama ne kimse bundan rahatsız oldu ne de kıyamet koparan oldu. 1857–1861 yıları arasında başkanlık koltuğuna oturan James Buchanan için de aynu iddialarda bulunuldu ama yine kıyamet kopmadı.


ÇORAP KOKLAMAK

Hangi ülkede olursa olsun, bir lider, yatakta karısının çoraplarını koklayarak ereksiyon da olabilir, çok sevdiği bir müzisyenle yemek masasının altında aşk da yapabilir. Bunların o liderin lider karakteriyle ve yaptığı işle ne bağlantısı var ya da bunların bilinmesinin ne sakıncası var.Mesele bu değil tabii. Mesele Türkiye toplumunun gerçeklerle temas ederken yaşadığı elektiriklenme… Az önce dediğim gibi, bu toplumun gerçeklerle ilişki kurma konusunda ciddi bir problemi var. Bu sorun, gerçekleri kabullenememekten ve onları inkara yönelmekten kaynaklanıyor. Bu durum, hem toplumsal karaterimizdeki zayıflığın, hem de öz güven eksikliğinin bir göstergesi. Hepiniz şöyle bir etrafınıza bakın, kaç kişi kendi kişilik özellikleriyle barışık, kaç kişi kendi gibi davranıyor, kaç kişi kendini seviyor… Kendini inkar eden bir toplum, kendini olmadığı bir şey gibi görür ve sahiciliğini yitirir. Hataları ve günahlarıyla yüzleşemeyen bir toplumun kendini sevmesi de mümkün değil. Her şeyin altında kendine karşı gizli bir nefret yatıyor. Bu ülkede Atatürk’ü peygamber yerine koyanlar belki de Ataturk’den en çok nefret edenlerdir. Çünkü onu olduğu gibi kabullenmekte zorluk çekiyorlar. Oysa sevmek kabullenmektir. Türkiye toplumunun kendini kabullenme ve kendi kiri pasıyla yüzleşme konusunda garip bir direnç gösteriyor. Bu yüzleşmeyi bir türlü gerçekleştiremediği için de varolan sorunlar kronikleşerek yeni kuşaklara devroluyor.


GEÇMİŞİYLE BARIŞAMAYAN TÜRKİYE

Psikoloji biliminin kurucularından olan Freud’un ortaya attığı bir kavram var, “resistance” (direnc gösterme). Freud bu kavramı, bazı şeyleri hatırlamak istemediği için kendi hafizasını bloke eden hastalarının durumunu açıklamak için ortaya atmıştı. Hastaların bu bloğu kırabilmesi için de terapi yöntemi geliştirildi. Terapi, hasta ve doktor arasında karşılıklı konuşmaya dayanıyor. Doktor hastasına kritik sorular sorarak onu kendiyle ilgili daha farklı düşünmeye ve geçmişi ile yüzleşerek olan biteni karşındakiyle paylaşmaya itiyordu. Sağalma işte böyle sağlanıyordu.Türkiye toplumunun da geçmişini hatırlama konusundaki gereksiz direncini kırması ve hiç bir korku ve endişe duymadan, yaşadıklarını tartışması gerekiyor. Toplum olarak tüm cesaretimizi toplayıp, aynadaki o korkunç yüzümüze bir bakmalıyız. Bunu becerdiğimiz gün hep birlikte iyileşecek ve güzelleşeceğiz.

Saturday 1 November 2008

Haberler!

Haberler

Çok fazla haber dinlemeyi, gazete okumayı sevmeyen bir yapım var. Çok da fazla okumam gerekmiyor. Her gün neredeyse aynı haberleri izliyoruz, dinliyoruz, konuşuyoruz. Bir de üstüne neden okuyayım ama…değil mi?! Haftasonları okuyorum gazete(o da bana yetiyor) ama şöyle bir göz atıyorum sadece, o kadar. Bugün( 1 Kasım ‘08) Hürriye’e baktım biraz. Birkaç haber var, ondan bahsedeceğim. Birincisine başlayabiliriz…
Şu yazar ve pedofili olan kişinin söylediklerine gözüm takıldı: “benim yatan fahişe olmaz. Hovardayım kabul ediyorum. Benimle beraber oldular hayatları düzene girdi.” Bunlar insanın o kadar çok gözüne batıyor ki, yazmamak, konuşmamak elde değil! İlişkiye girdiği kadınları ilişkiye girerek kurtarmış güya! Nasıl bir düşüncedir yahu bu? Nasıl bir “kurtarma”dır bu? Zevkimi aldım, bağlantılarım sayesinde bir yerlere getirdim, demiyor da “benimle beraber oldular, hayatları kurtuldu”ya getiriyor lafı. Nasıl ülkedeyiz anlayamıyorum! Ayrıca, adam dışarıda geziyor şuanda, karısı da yanında pişkin pişkin gülerek poz veriyor. Hey allahım, diyorum ve bu konuyu şimdilik geçiyorum. Bunları görüyorlar bizim insanlarımız, bir de eşcinsellere laf atıyorlar: hastalık onlarınki diye. Bunlara ne demeli?! Eşcinsel bireylere yapmadığımızı bırakmıyoruz; sayıyoruz, sövüyoruz, yerden yere vuruyoruz, dayaktan gebertiyoruz, en aşağılayıcı şeyleri söylüyoruz,…vb. Nasıl bir adalet sistemimiz var anlayamıyorum kendi içimizde? Gitgide saçmalamaya devam ediyoruz; durmadan. Bakalım sonumuz ne olacak! Adana’da Zeynep Yılmaz adında genç kadının başından bir olay geçmiş. Onu korumayacağım, haklı göstermeyeceğim yaptığı şey için fakat insanların sınırlarını zorladıkça neler yapabileceğini görüyorsunuz. Sonuçta o da bir insan ve belli bir sabrı var. Herkesin ne tepki vereceğini bilemiyorsunuz! Bu kişiler, lezbiyen ya da gey ya da hetero da olabilirler, fark etmez!.. İnsanları suç işlediklerinde cinsel yönelimlerine göre değerlendirmek, asıl hastalıklı olan düşünce biçimidir. Size de birisi tokat atsa, saldırsa üzerine, “Aaa, teşekkür ederim beni dövdüğün için, ne zamandır dayak yememiştim!” mi dersiniz yoksa bir şekilde tepki mi verirsiniz??! Kimse sessiz kalacak değil sonuçta. Z.Y.’nin de yaptığı öldürme de ayrıca sorgulanacak bir durum ama şunu demek istiyorum: anlattığım açıdan da bakabilmeliyiz bir durumu incelerken. Ama bizde bu biraz zor oluyor!..
Bunlar olup biterken sanatsal şeyler de olup bitiyor tabiiki. 29 Ekim Perşembe günü Taksim-Talimhane Tiyatrosu’nda “Mehmet, Barış’ı seviyor” diye bir oyunu izlemeye gittim; her ne kadar Taksim hıncahınç dolu olsa ve ulaşım problemi çeksem de. Militarizm ve vicdani ret’ten bahseden hem oyun hem de dans gösterisi. Gidilmesi tavsiye edilir. Biraz arkalarda bir yerde ama gittiğinizde hoş bir ortam olduğunu anlayacaksınız, temin ederim. Kitap fuarı da başladı.
Ayrıca 4–10 Kasım tarihleri arasında Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde “GOL!” isimli bir sergi düzenleniyor. Bu sergi, Türkiye ile İtalya arasında tasarım maçını tüm izleyicilerine ücretsiz olarak gösterecek. Gidilesi bir etkinlik daha!..

Tuesday 7 October 2008

Pop Art

Nedir Pop Art? Biliyor musunuz? Benim de bildiğim ama uzun zamandır dilimin ucunda dediğim ve karşımdaki insanlara anlatamadığım şey bu, Pop Art!
(Kaç haftadır düşünüyorum size anlatamam. Hep aklımda ama bir türlü aklıma gelmiyor. Şükür ki Gus Harper'ın sayfasını incelerken "hakkında" kısmında "popart" yazıyordu. Ben de bir şeyler hemen "dınk" etti.)

Wikipedia sağolsun, hemen bana yardımcı oldu. Andy Warhol, bu akımın önemli isimlerinden. "Favori linklerim" kısmına bakarsanız, orada bir link olacaktır. A. Warhol ile ilgili ayrıntılı bilgiyi oradan da edinebilirsiniz.
Şöyle açıklanmış:

Pop art, 1950'lerde, özellikle ABD ve İngiltere'de soyut dışavurumculuğa tepki gösteren genç sanatçıların 1960'larda bir akım haline getirdikleri sanat türüdür. İngiltere ve ABD'de değişik koşullarda ve birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.
Marcel Duchamp'ın 20. yüzyıl başında hazıryapım nesneleri bağlamları nedeniyle sanat eseri olarak sunmuş olması, pop sanatçılarının popüler kültür imgelerini benzer bir motivasyonla sunmalarında etkili olmuştur.

Biraz olsun açıklamak istedim. Devam...

İngiliz pop sanatı, Richard Hamilton'ın etkili olduğu bir dönemle başlar (1953-1957); Peter Blake, Roger Coleman gibi geç resimsel soyutlama tarzına yakın eser veren sanatçılarla devam eder (1957-1961), 1960'lardan sonra figüre geri dönülür.en sonunda pop-art sanatı olur.

Amerikan pop sanatının ilk temellerinin soyut dışavurumculuk ile popüler imgeleri birleştiren Jasper Johns ve Robert Rauschenberg tarafından atıldığı söylenebilir. Sonrasında önemli sanatçılar arasında Andy Warhol, Roy Lichtenstein, Claes Oldenburg vardır. Popüler kültür imgeleri kişisellikten arındırılmış bir şekilde sunulur; örnek alınan modellerin anonim kimliklerinden çok uzaklaşılmaz.

İşte böyle!..

Bir de örnek verelim hemen. Andy Warhol'ün "Marilyns" adlı çalışması:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Resim:Warhol-Marilyns.jpg

Teşekkürler...

Sunday 21 September 2008

ABSOLUTE COLORS

Absolute Vodka Lezbiyen-Gay-Biseksüel-Transgender (LGBT) hareketi için bir kampanya başlatmıştır. Üzeri gökkuşağı bayrağı desenli Absolute şişelerini aldığınız zaman bunun parası LGBT hareketi için gönderilmiş olacaktır.

Site de şu: http://www.absolut.com/colors/

Bilginize...

Sunday 24 August 2008

Ahmet Yildiz'in Ardindan Basin Aciklamasi

Arkadasimiz Ahmet Yildiz olduruleli bir hafta oldu. Bu bir hafta boyunca basinda ve toplumda escinsel nefret cinayetlerinin gundem olusuna taniklik ediyoruz. Bu surecte LGBTT (lezbiyen, gey, biseksuel, travesti ve transseksuel) bireylerin olume mahkummus gibi gosterilmesi kanimizi donduruyor. Escinsel nefret cinayetlerinden bahsedilirken adeta olenin insan oldugu unutuluyor. Ustelik LGBTT bireyler yasam haklarina, ancak gizli sakli koselerde sahip olabiliyor. “Bizden uzak durun, ne yaparsaniz yapin” gibi bir tavirla, bireyler cinsel yonelimlerini, cinsiyet kimliklerini gizlemeye itiliyor.

Bizlere zorla giydirilmeye calisilan bu kefenleri kabul etmiyoruz. Cumartesi gunku basin aciklamamizda, kefenlerimizi yirtmaya hepinizi davet ediyoruz.


Bu yazı, Kaos GL'nin 'gl kampus' adı altındaki grubundan alıntılandırılmıştır. Ahmet Yıldız öleli bir haftadan fazla oldu ama ben bu olaya tepkiyi göstermek adına bu yazıyı ekliyorum.
İyi okumalar...

Saturday 23 August 2008

HIPPOCAMPUS

"Nedir şimdi bu 'hippocampus' ?" diyorsunuzdur. Hemen açıklayayım: denizatı!
Bugün ablamın bir arkadaşı geldi de ondan öğrendim. Yeni bir şey öğrendim deniatı hakkında o yüzden hemen Vikipedi'den araştırayım dedim. Bana fal bakarken (ablamın arkadaşı) denizatı'ndan bahsettik ve o "denizatları'nda erkekler hamile kalıyor" dedi. İç sesim, hemen "bu kız gittikten sonra hemen bu konuyu araştırmalıyım" dedi. Ve araştırdım! Vikipedi sağolsun... :)

Direk olarak açıklamasını veriyorum(Vikipedide olduğu gibi: önce açıklaması sonra da üreme biçimlerini).

Denizatı, yılan iğnesinin de dahil olduğu Syngnathidae familyasından Hippocampus cinsine ait olan balıklardır. Tüm dünyada ılıman ve tropikal sularda bulunurlar.

Denizatların boyutları 16 milimetre ile (yakın zamanda keşfedilen Hippocampus denise) 35 santimetre arasında değişen türleri bulunur. Denizatı ve yılan iğnesi türleri erkek hamileliğinin görüldüğü tek türler olarak bilinmektedirler.

Denizatı alt vücuttaki arka yüzgeç ve kafada solungaçların yanındaki göğüs yüzgeçleri ile tam bir balıktır. Bazı deniz atı türleri kısmen saydaımdır, bu yüzden akvaryumlarda orada olmalarına rağmen görünmezler ve resimlerde pek sık görülmezler.

Denizatı nüfusu son yıllardaki aşırı avlanma nedeniyle tehlike altına girmiştir. Denizatı geleneksel Çin şifalı bitki biliminde kullanılmaktadır ve her yıl 20 milyon denizatı bu amaçla yakalanıp satılmaktadır.

Denizatlarının ihracatı ve ithalatı 15 Mayıs 2004'den beri CITES tarafından kontrol edilmektedir.

Deniz ejderleri denizatlarının yakın akrabalarıdır fakat daha büyük vücutları ve yaprak benzeri uzantıları vardır, bu uzantılar sayesinde yüzen deniz yosunu ve esmer suyosunu yataklarının arasında saklanabilirler. Deniz ejderleri larvamsı balıklar ve amphipodalarla beslenirler. Mysid (deniz bitleri) gibi küçük karides benzeri kabuklu hayvanlarla, avlarını küçük ağızlarına çekerek beslenirler. Bu amphipodaların birçoğu, deniz ejderlerinin yaşadığı esmer suyosunu ormanlarının gölgesinde büyüyen kırmızı algle beslenir.

Üreme


Denizatları alışılmamış bir yolla ürerler: erkekleri hamile kalır. Çoğu denizatı türlerinin hamileliği yaklaşık olarak iki ile üç hafta arasından sürer.

Erkek denizatında dişi tarafından bırakılan yumurtaları taşıdığı kuluçka kesesi bulunmaktadır. Çiftleşen çift kuyruklarını birbirlerine sararlar ve dişi uzun bir tüp olan ovipositoru erkeğin kesesine getirir. Yumurta tüpten yukarıya erkeğin kesesine ilerler ve burada erkek daha sonra yumurtaları döller. Embriyolar on gün ile altı hafta arasında gelişirler, bu süre türe ve su koşullarına bağlı olarak değişmektedir. Erkek doğum yaparken, tüm bebek denizatları çıkana kadar boşaltır.

Erkeğin kesesi yumurtalar için tuzluluğu ayarlar, yumurtalar olgunlaşmaya başladıkça dışarıdaki oranla eşitlemek için yavaşça arttırır. Yumurtadan çıkan yavrular ebeveynlerinden bağımsızdır. Bazıları gelişme zamanlarını okyanus planktonlarıyla geçirirler. Bazen, erkek denizatı yeni çıkmış yavruları tüketebilir. Diğer türler (H. zosterae) hemen yaşama deniz dibi canlısı (bentos) olarak başlar.

Denizatları genellikle tek eşlidir, ancak bazı türler (H. abdominalis gibi) sürü halinde yaşamayı sevmektedirler. Tek eşli çiftlerde, erkek ve dişi birbirlerini sabahları ve bazen akşamları aralarındaki bağı kuvvetlendirmek için kur yaparak karşılarlar. Günün geri kalanını birbirlerinden ayrı olarak yiyecek aramakla geçirirler.


Denizatları hızlı hareket eden gözleri vardır, bu sayede avları ve avcıları vücutlarını hareket etmeden izleyebilirler. Yapraklı deniz ejderi gibi, avlarını yutmakta kullandığı uzun bir burnu vardır. Yüzgeçleri küçüktür, çünkü kalın su bitkileri arasında gitmektedir. Denizatının uzun, kavrayıcı kuyruğu vardır, bu sayede deniz yosunu gibi desteklere sarılarak akım tarafından sürüklenmesini engeller.

Ehh, okuduktan sonra anlaşılıyor herhalde ne için merak ettiğim bu denizatlarını!.. :)

Hadi görüşmek üzere...

Wednesday 20 August 2008

ne çirkin ördek yavrusuyum ne de hoşgörü istiyorum!

lütfen biz lgbtt bireyleri siz heteroseksüeller kabul edin, bize hoşgörü gösterin! bu cümle bir iktidar ilişkisini kurmakta ve ezme ezilmeyi yeniden üretmektedir.

buradayım, varım, tam karşınızda tüm insanlık onurumla. evet, hepimiz farklı farklıyız ama eşitiz, olmalıyız. kimse kimseye hoşgörü göstermesin lütfen, herkes tüm farklılıklarla birlikte yaşamayı öğrensin, işte o zaman gerçekten özgür bir dünya olacak bu yaşadığımız yer..

morel lgbtt oluşumu grubu'ndan alıntılanmıştır.

Friday 8 August 2008

Sağlıklı bir Psikolog(?)!

Okuduğum bir mail üzerine yazıyorum. Üzücü bir maildi. Bir psikolog eşcinselliğin bir hastalık olduğunu, üçüncü bir cinsiyet olduğunu ve değiştirilebilir, tedavi edilebilir bir durum olduğunu düşünüyormuş, onu dile getirmiş. Ehh, üzüldüm yani. Bunu bir tıp insanı söylüyor. Ayrıca, düzelttiği insanlar da olmuş. Onun eline düşenlere ne kadar yazık olmuş! Ne acı bir durum!.. İnsanları belli kalıplara sokuyoruz hep. Sen öyle olamazsın, olmamalısın, böyle olmalısın, diyoruz. Hayattaki renklere saygı duymuyoruz. Ya hep siyah ya hep beyaz... Başka şeklini düşünemiyoruz çünkü bize öğretilenler bunlar. O renklerdeki güzellikleri aramaktan değil, algılamaktan bile aciziz. Çok yazık!.. Eşcinselliği geçtim, eşcinsellik kavramının hiç olmadığını varsayalım... ben neden bir erkekten hoşlanmayayım ve neden sevgi ya da aşk beslemeyeyim? Kim karışabilir buna? İşte böyle psikologlar karışır, işte bu psikolog gibi düşünen insanlar karışır, laf atar, eleştirir, düzeltmeye çalışır, .iker, küçük düşürür,... vs.

Ayrıca Amerikan Psikoloji Derneği(APA)'nin zamanında(26 Şubat 1990) "eşcinsellik" için açıkladığı metni buraya da ekleyeceğim. Okuyanlar için ek bir bilgi olsun diye.

Böyle psikologlar, doktorlar olmaması dileğiyle!..


İşte açıklama;
"Eşcinsellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Geyların ve lezbiyenlerin , ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri "onarma" girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımınızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dahil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla bu an bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, eşcinseller nedeniyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskı altına alma gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri "onarma"ya kalkışmazlar. Bu gün toplumun karşısındaki esas mesele neden insanların birbirini belli bir şekilde sevdikleri veya bu sevgiyi aradıkları değil, nasıl olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur."

Sevgiler,

Sunday 3 August 2008

Yahu ne saçmasapan bir ülkedeyiz!.. YouTube kapanır, başka bir siteyi açmak istersin ama karşına koca koca puntolarla,YouTube'u açtığında gördüğün gibi, "bu siteye erişim hakkı mahkeme kararıyla engellenmiştir." yazısını görürsün. Bu ülkede, "olmaz" diye bir şey yok. Her bir bok oluyor vallahi. O kadar rahat, o kadar günlük yaşıyoruz ki, anlatamam. Her gün bu tabloyu gördükçe bu ülkede yaşayasım kalmıyor. Adam sokağa tükürüyor, bir şey diyemiyorsun. Çünkü, bazısı dikleniyor. "Sen de kimsin?" diyebiliyor, üzerine yürüyüveriyor. Bu ülkede bir şey söylemene de pek izin yok. Hemen seni sustururlar vallahi. Deniz Gezmiş'ler, Hrant Dink'ler,... neden öldü sanıyorsunuz? Bazı gerçekleri gördükleri için ve bunları dile getirdikleri için. Ama maalesef bizim ülkemizde düşünceni açık açık söyleyemiyorsun. Öyle yetiştirilmişiz ki, her şeye karşı bir önyargımız var. Bizden olmayanı çok zor algılıyoruz. Ben bunu yıkabilmek için hâlâ çabalıyorum. Benim de önyargılı olduğum şeyler hâlâ var. Kendimi o durumlarda sinir oluyorum. Böyle bir toplumda yaşadığım için sinirleniyorum. Neye sinirleniyorsam?! Belki de özellikle burada doğdum. Bu, bir işaret olabilir. Bir şeyleri belki dönüştürebilirim diye..burada doğmuş olabilirim. Bu çok sofistike ve fantastik bir düşünce olabilir. Ama gerçekten bazen böyle düşünüyorum. Düşünmekte zarar yok bence. Düşüncelerimize gem vura vura böyle bir toplum haline geldik. Erkekler slip mayo giyip rahat rahat denize girerdi, atlet giyip dışarı çıkabilirdi,...bunları artık çok az kişi yapar oldu. Onlardan biri de benim. İnadına yapıyorum biraz da. Ne oldu da hemen bu kadar değişebildik?!! Başka konularda bu kadar çabuk değişmiyoruz ama! İlginç!! Atletimi giyinip çıkıyorum. Kısa şortumu giyiyorum, çıkıyorum. Ne var bunlarda ? Gömlekleri giyinip altlarında bu sıcakta kotları çekiyor ve göğüs dekoltesi yapıp içine de bir büyük kolye takıveriyor "son model erkek"lerimiz. Bunlardan bazıları modern hetero, bazıları da gey. Geylerin bunu yapmasını da şuna bağlıyorum: kendilerini hetero olarak gizlemesi. Olmayadabilir tabii.
Öyle bir yer düşünüyorum ki, anaerkil olsun. Her şey daha düzenli olsun, bütün eşcinsel bireyler ve heteroseksüel bireyler sokakta da aşklarının o küçük parçacıklarını gösterebilsinler. Mesela, sevgilinizi uğurluyorsunuz. Küçük bir öpücük kondurmak istemez misiniz? Ben isterim vallahi. İstemem diyene de inanmam. Erkekler, erkek arkadaşlarıyla elele tutuşabilsin sokaklarda. Aynı şekilde kadınlar da öyle... Heterolar da yapacak tabii. Sadece eşcinseller değil!..

Pekiiii, bu konuları bir kenara bırakırsak...şu konuya el atarsak, nasıl olur? Hadi gelin bir düşünelim...
Bir insan birden fazla kişiyi sevebilir mi?
Ben cevabını bulamadım şimdilik. Bulursam, yazarım gene.

Şimdilik bu kadar...
Görüşmek üzere...

Ahlâk varsılı

Bir ahlâk varsılı(?) daha konuşuyor!.. "Cinsel sapıklar" ve "şey-ne"ler diyerek. eşcinsel bireyler olarak ne kadar ahlâk yoksuluymuşuz ki, farkına varamamışız. Hangi 'medeni' haklar diye sormuş yazısında ama sanırım kendisinin de zerre fikri olmadığı haklardan bahsetmiş, sayın Üskül. Vakit gazetesi'nin kulis yazarı olarak bilinen bu -köşesi bile olan- yazar "memleketin ne günlere kaldığını" sorguluyor. Memleketimizin ne günlere kaldığını sanırım Arseven, kendisinin de içinde olduğu için göremiyor. Bir AKP'li vekille konuşurken "milletinin desteğinden" mahrum kalacaklarını dile getirmişler beraber. Hangi millet, hangi destek diyoruz sayın Arseven'e!
Ayrıca, kendisine hormonlu domatesini vermekten gurur duyuyoruz ve tekrar tekrar kınıyoruz.

Bunu hormonlu domates ödülü için benden bir yazı istenmişti, o zaman yazmıştım. Buraya kaydedeyim ve gözümün önünde olsun istedim :-)

Saturday 2 August 2008

Tavsiyeler(3)

Bu sefer size bir link vereceğim. Azıcık zahmet ettireceğim size okumadan önce ama okuyacağınız yazı müthiş olduğu için(bunun garantisini verebilirim) bu küçük zahmeti düşünmeyeceksiniz bile :)

http://www.taraf.com.tr/yazar.asp?id=66

Taraf gazetesi'nden HIDIR GEVİŞ'in 27 temmuz 2008 tarihli yazısı.
İyi okumalar okumak isteyenlere... :)

Saturday 5 July 2008

Tavsiyeler(2)

TAVSİYELER(2)

Uzun zaman oldu izleyeli "Kramer vs. Kramer"i ama ancak yazabildim. Uzun zaman bloga yazmayı aksattım. Nedenini bilmiyorum. Yazmak istemedim, diyebilirim sadece. Aslında, bu kötü oldu. Her türlü anımda buraya yazacağıma söz vermiştim kendime. Her şeyimi paylaşacağım diyordum buradan. Yapamadım. Onun yerine çizim yaptım. Onun yerine defterime yazdım. Yine de yazdım tabii. Önemli olan da yazarak düşüncelerimi dile getirmem değil mi ? Bence öyle!..

İkinci tavsiyem ise, "PERSEPOLIS". Fransız yapımı. Çok beğendim. Her şeye dokunuyor. İrandaki rejimden tutun da... eşcinselliğe kadar. Çok yönlü eleştirel bir çizgi film. Ve siyah-beyaz!

Üçüncüsü, "LITTLE MISS SUNSHINE"dır. Bu film Marcel Proust hakkında araştırmama, okumama sebep olan filmdir. İçinde hem çaktırmadan hem de çaktırarak da olsa eşcinsellikten bahseden bir filmdir. Tavsiye edilir.

Tavsiyelerim şimdilik bu kadar. :-)
Bir dahaki tavsiyeler'e kadar görüşmek üzere...

Murathan Mungan'dan "ERKEK" üzerine...

Unutma!.. hakiki erkek, yüzlerce erkekten meydana gelir.
Zaten bir zaman sonra, yüzlerce erkeğin sana verdiğini bir erkekten beklemeyecek kadar olgunlaşmış olacaksın sen de...
İşte o aradığın, o bir tek erkek, her zaman için hayali bir varlıktır.
Hiç olmamıştır...
Her erkekte, aradığın erkeğin yalnızca bir parçasını bulursun.
Gerçek bir erkek, Allah gibidir, her yerdedir ve hiç bir yerdedir.
Aşk da budur zaten!
Başka bir şey değil!
Aramaktan vazgeç demiyorum, bulmaktan vazgeç...

M. MUNGAN

Wednesday 2 July 2008

Canlı Canlı

Dün akşam televizyonda zaplarken Kanal D'de "Canlı Canlı" diye bir program gözüme takıldı. "Neden takıldı?" diye hemen soruyorsunuzdur. Hemen açıklıyorum :) İzzet Yıldızhan diye bir şarkıcı ile röportaj yapılmış. O röportajdan "bu camiada da çok homoseksüel var!", "homoseksüel çok" gibi bazı başlıklardan alıntılarla "az sonra, az sonra"lar yapıp röportajı sunuyorlardı ki,habere gelindi ve en sonunda(yarım saat falan bekledim sanırım) izleyebildim. O kadar beklediğime de aslında pek değmedi. Beş dakika bile sürmeyen bir röportajı ballandıra ballandıra çok uzun bir şeymiş gibi hissettirdiler bana. İzledim. Zaten bildiğim şeyleri söyledi fakat kendi homofobikliğini de yoğun yoğun katarak derdini anlattı.

Aslında derdi de neydi tam olarak, bilemiyorum. Yeni bir albüm çıkaraktı belki, belki de dikkatleri üzerine çekmek istiyordu, belki tanıdığı erkek eşcinselleri söylememesi için aldığı para yetmiyordu(ne de olsa herkes şimdi ekonomimiz yüzünden sıkıntıda), belki de başka bir sıkıntısı vardı..bilemiyorum. Onu en iyi o röportajı veren bilecektir bence.

Söylediklerini tırnak içine alarak paragraf paragraf gideceğim.

"Homoseksüel çok" dedi. Ben de "hadi ya! Gerçekten mi? Biz de bilmiyorduk homoseksüellerin fazla olduğunu. İyiki söyledi de aydınlandık" dedim hemen içimden.

"Sanatçı da çok var(homoseksüel olan)" dedi. Homoseksüel'in işçisi, sanatçısı, marangozu, manavı, bakkalı, kasabı, sporcusu mu olur?! Yuh yani!.. Ne kadar kör cahil olduğunu buradan kısaca anlayabiliyoruz ama dahası da var. Bir şey bilmediğini, ezbere konuştuğunu da göreceksiniz.

"Yapımcı, yönetmen,vs...her yerde var!" dedi. Yukarıda yazdıklarımı tekrarlamak istemiyorum. :) Eşcinselin, homoseksüelin yapımcısı, yönetmeni gibi şeyler olmaz. Herkes heteroseksüel olabileceği gibi, homoseksüel de olabilir.

Biraz karışık olacak ama bu konuşma röportajcının "yapmayacağınız üç şey nedir?" sorusuna İ. Yıldızhan'ın "1.si homoseksüel rolde oynamam" demesiyle başlamıştır. Sanırım, şimdi konu biraz daha oturmakta :)

"1.si homoseksüel rolde oynamam" diyor bu zat. Tamam da sen sanki oyuncu musun, bunu söyleyebiliyorsun?! Pardon! Doğru ya..bizim ülkemizde herkes şarkıcı olabiliyor, şarkıcı olabildiği gibi hemen de oyuncu olabiliyor. O da ona güvenerek söyledi herhalde :) Bu cümleden çıkartabileceğimiz daha çok şey var aslında. Mesela, aslında bir oyunda ya da dizide rol almak istiyor ama teklif gelmesini bekliyor sanırım. Ayrıca, çok yarası var ki.. (herhalde) ilk o cevabı söyleyerek gocunmuş belli, bir homoseksüel rol teklifini de bekliyor aslında ve belki de oynayabilir.

Kalçalarına silikon yaptırmış bir de, bu beyefendi. Nedir yani bu? :-) Bu ne lahana turşusu, ne perhiz?!

Homoseksüel çevrem yok!

Röportajcı ile Yıldızhan'ın konuşması devam ediyor tabi.
"Benim homoseksüel çevrem de yok!" diyor ve arkasından "bazıları evli, hatta çocuğu/çocukları var" diyor. Bu adamın gerçekten kafası karışmış. Ne dediğini bilemiyor sanırım. Yardım alsa, iyi olacak galiba :-) Sonrasında da dayanamıyor ve "ben bu kişileri biliyorum kimler olduğunu. Siz(röpotajcı'ya söylüyor) bilmiyor musunuz ?" diye ekliyor. Şimdi abi tamam da bunun ne dediğini ben de pek anlayamadım. :-) Şaka şaka... tabiiki de çok iyi anlaşılıyor bu kişinin derdi. Hem homoseksüel çevrem yok diyor, hem de bu kişileri biliyorum diyor. Bu bir şeyi hem istemek hem de istememek gibi bir şey. Garip bir adam yani. Dikkatleri üzerine çekmek istediği belli. Parasız kaldı herhalde :-)

Bir insanın homoseksüel çevresi eğer yoksa, bu kadar şeyi nereden bilebiliyor?!.. İlginç!!! Bunlar zaten bilinen şeyler biraz da. Ama konuşulmak ve görünmesini istenilmediğinden pek gün yüzüne çıkmayan konular ve kişiler bunlar. Belki İ. Yıldızhan da gey..bilemiyoruz yani. Bir gocunma var, belli! Yarası olmayan kimse neden böyle bir cevabı ilk başta verir ki?! Ben olsam vermem. O konuda demekki o kişinin bir derdi var. Tekrar söylüyorum: derdi olmasa neden söylesin ki?..

Kadınlara yazık!

Ayrıca söylediği bir şey daha var. Röportajcı kadın ona bir şey soruyor ve "o zaman kadınlara yazık!" diyor. Arkasından da Yıldızhan şöyle ekliyor: "kesinlikle! Maalesef!" Eee, bu ne şimdi? :-) Hakkaten de bu adamcağız(!) bilmiyormuş. Bunları ben de biliyordum. Bunları bilmek için alim olmaya gerek yok. Azıcık duyarlı olursan, iş bitiyor. Ayrıca, neden kadınlara yazık olsun ki?! O durumda alan memnun, satan memnun, eğer biliyorsa iki taraf da adamın eşcinselliğini. Bilmiyorsa da sonuçta bu tür evliliklerden çok fazla var. Bu bizim dayatmalarımızla ilgili bir sorun. Adam evlenmek zorunda kalmıştır. O açıdan düşünen kimse de yok! Bu adam böyle konuşuyor "yazık" falan diye ama işin derinine inince olay değişir. Araştırsın bakalım, böyle konuşabiliyor mu?! Bilmeden sallamak o kadar kolay olur ki!.. Ben de o zaman söyleyeyim bir sürü şey müzik anlamında, sanat anlamında! Olmaz!.. Bir konu hakkında gerçekten yeterince bilgiye sahipsen konuşacaksın. Bilmiyorsan, boşuna başkalarının da aklını çelmeye gerek yok. Kendine bir topluluk yaratma çabasında bu kişi. Kasetleri satmıyordur da, ondan! Ne kötü be! Ne üzücü! Eşcinsellerin bu tür toplumlarda ne kadar çok sıkıntı çektiğini bilmiyor bu adam. Zaten bu tür tiplerden(oy toplayan) dolayı homofobi, mahalle baskısı ortaya çıkıyor ya!.. Yalan yanlış konuşan o kadar çok kişi var ki..say, say... bitmez!

Benim düşündüklerim bu kadar.
Sevgiler

Sunday 20 April 2008

ANTİPATİ değil EMPATİ

ANTİPATİ değil EMPATİ

1.Sadece tabiatın desteklediği, ama ait olduğunuz insan türünün gözünde bir uzaylı ya da yaratık gibi algılandığınız cinsel kimlikle dünyaya geliyorsunuz.

2.Akla karanın henüz belirginleşmediği, ilerde bol bol anacağınız çocukluk yıllarınızı yavaş yavaş geride bırakırken ergenlik yıllarınızın, altını daha belirgin çizmeye başladığı aşk ve cinsellik gibi hayatın en can alıcı kavramlarıyla çoğunluğun onaylamayacağı bir biçimde tanışıyorsunuz.

3.Bir yanda çoğunluğun güle oynaya yaşadığı ya da desteklendiği, tek geçerlilik arz ettiğine karar verilmiş bir ilişki biçimi olarak zıtcinsellik sürekli gözünüze sokuluyor. Öte yanda son derece insani, sonradan adının aşk olduğunu öğreneceğiniz bir duygu yaşınızla birlikte hatlarını sivriltiyor ve muhatabına bile açılamadığınız ilk depresif kıpırdanmalar baş gösteriyor.

4.Duygudaşlarınızdan belli bir seviyenin üzerinde entelektüel ve bilinçli olanların kendilerini ifade ettiklerini görünce özgüveniniz yerine geliyor, ama onların nasıl aşağılandığını ve alaya alındığını görünce tekrar tüm karanlığı ve derinliğiyle ininizi boyluyorsunuz.

5.Ve tüm bu olumsuz şartlara rağmen sanata, modaya, estetiğe, felsefeye, politikaya…kısacası çoğu insani meseleye olan duyarlılığınız bile tırnak işareti içinde anlatılıyor.

6.Gazetelerde cinayete kurban gitmiş daha talihsiz bir eşcinselin katili ‘eşcinseldi, hakim bey’ diyerek öldürme özgürlüğü istiyor; ama siz sevme-sevilme özgürlüğü isteyemiyorsunuz. Çünkü Türkiye hazır değil!

Türkiye neye, ne zaman, nasıl hazır olacak? Anlamak mümkün değil.

HETEROSEKSİZMİN...

HETEROSEKSİZMİN KARANLIĞINDA CİNSEL AZINLIKLAR

Bu hassas konunun bencesi sencesi yoktur. Eşcinsellik ne sapkınlıktır, ne tercihtir, ne hastalık, ne özgürlükçü bir akım, ne de komedi. Tabiatta tüm canlı organizmalarda (bitkilerde bile) belli oranda rastlanan, tıpkı zıtcinsellik gibi doğuştan oluşagelen bir durumdur. Ataerkil kaygılardan dolayı, yaygın inanışlarla (sadece destekleyici rol oynayabilecekleri unutularak) sebep gösterilen gerekçelerin giderilmeye çalışılması bu realiteyi değiştirememiştir. Hayatı, tabiatı, uzayı anlamaya çalışan zeki insanların önerdiği ve dünya sağlık örgütünün de 1973’de kabul ettiği gibi normaldir. Ahlak, kanun ve organize-din gibi insan eseri dogmalar, tabular er ya da geç tabiatın dinamiklerine yenik düşecekler ve sevgi egodan arınmış, sınır tanımayan haliyle haklı çıkacaktır. Çünkü sevginin haklı çıkmak gibi bir derdi yoktur.

Eşcinsellerin mutsuzlukları kesinlikle içerden kaynaklanmaz, ana şalter dışardadır. Toplumun ve onun onaylanma saplantılı sözde aydınlarının cehaletinden kaynaklanır. Mutsuzlukları, genel önyargıların doğurduğu ana mutsuzluğun eklentileridir. İnsan dediğimiz varlığın zaten kainatta toz zerresi kadar değeri yokken ‘yaşamadım, bu konuda olumsuz bir şey söyleyemem’ diyemeyenlerin mengenesinde sıkışan onurları, ötekileştirilerek ele alınışları İngiltere başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde ciddiye alınarak psikolojik travmaya sebebiyetten ırkçılıkla eşdeğer görülüp yedi yıl hapisle cezalandırılmaktadır. Gelelim cinsel yönelimlere: 1- Zıtcinsel, 2-Biseksüel, 3-Eşcinsel...Cinsellik bundan mı ibaret sanıyorsunuz? Göğüs ve beden tektir ama içinde yaşayan ruhlar ne iki ne de beştir; saymakla bitmez. İnsanoğlu yüzlerce katmandan oluşan bir soğana benzer. Mevsimler yaz ve kıştan, renkler siyah ve beyazdan ibaret değilse cinsellik de kadın ve erkek ilişkisinden ibaret olmayacaktır. Size ezberletilenleri kendi özgürlüğünüz için unutmalısınız. Dünyada kaç tane insan varsa o kadar cinsel kimlik vardır.

Haddinin hududunun saptanması gereken bir modernite sorunsalı gibi algılanmayıp, (Leonardo Da Vinci, Shakespeare, Michelangelo, Oscar Wilde, Platon, Sokrates, Aristo, Tschaikovski, Beethoven, Rimbaud, Marcel Proust gibi) mensuplarının hatırı sayılır kısmı incelendiğinde her birinin tanındığı alana ismini altın harflerle yazdırmış olması homofobiklerin aydınlanmasına yetecektir ki: Her şeyin ters gittiği dünyada eşcinsellik şeffaflık kültürünü tanrılaştırabilecek, ekonomiden ölüm teknolojisine, eğitimden sanata, dincilikten dindarlığa, medyadan toplumsal rollere, azınlık-çoğunluk ilişkilerinden siyasi konulara, kısacası bütün bir sömüren-sömürülen hattında insanlığın değer yargılarını zincirleme düzeltebilecek potansiyele sahip, tarih kadar eski bir gerçektir.

Bizim kültürümüze ters diyerek cümleye başlayan adamı nasıl aydınlatmalı? Eşcinselliğin ne belli bir adresi, ne belli bir mesleği, ne belli bir ırkı, ne belli bir çağı, ne belli bir kültürü, ne belli bir kavmi, ne belli bir mezhebi, ne belli bir ekonomik sınıfı, ne de belli bir ülkesi vardır. Tıpkı zıtcinsellik gibi, tabiata ve hayata özgüdür. Daha doğrusu cinselliğin canlıları sınıflandırmak gibi bir meselesi yoktur. Cinsel sınıflandırma, insan denen varlığın bu konudaki düşünsel başarısızlığını itiraf ediş biçimi; skaladaki sonsuz renk katmanını ikiye indirme çabasıdır.

Tam da toplumun istediği gibi eşcinsel kimliğini bastırmayı başarmış bir erkek fiziksel olarak yüzlerce kadınla da beraber olsa duygusal orgazm potansiyeline sahip olamayacaktır. Cinsel kimlikte belirleyici unsur seks değil, duygusal-ilgisel yönelim alanıdır. Bu konuyu değerlendirirkenki tutumlarından da anlaşılacağı üzere aklı fikri sekste olanlar aslında heteroseksistlerdir.

İstisna öyküler yok değildir. Eşcinsel deneyimler sonrası biri ilerde evlenip çoluk çocuğa karışmış olabilir. Burada ‘bak, evlendi mutlu oldu’ gibi toplumsal mesaj kaygılı bir çarpıtmayla heteroseksizmin ateşine kömür atıp eşcinselliği yakmak, yok etmeye çalışmak yerine o kişinin aslında biseksüelliğe yakın olduğunu görebilmek, cinselliğin kaygan zeminli bir kavram olduğunu ispatladığını anlayabilmek gerekir. Tıpkı cinsel yönelim özgürlükçülerinin anlatmaya çalıştığı gibi. Çünkü tam tersinin yaşanmış olduğu öyküler daha fazladır: Dünyayı karşısına almak gibi algılayıp korkan, yeterince bilinçlenmemiş eşcinsellerin psikolojik baskı altında evlenip, sonradan boşanarak 40’lı yaşlarında mutluluk trenini yakalamaya çalıştığı öyküler çok daha fazladır.

Biyolog Kinsey'nin araştırmalarına göre dünya nüfusunun en az %80'i zıtcinsel ve bu oran her çağda aynıydı ve hiçbir zaman değişmeyecek. Eşcinselliğin yaygınlaştığı falan yok, dünya nüfusu arttığı ve insan haklarına dair kanunlar kendini ifade etme özgürlüğü getirdiği için homofobik insanlar eşcinsellik yayılıyor sanıyorlar. Kimse ait olmadığı bir cinsel tabiatı teşvikle destekle yaşayamaz. Öyle olsaydı önce eşcinseller karşılarındaki homofobik güruhtan etkilenip değişirlerdi. Daha demokratik şartlarda yaşayan eşcinsel çiftlerin yasal haklarıyla edindikleri evlatlarının büyüdüklerinde karşı cinse ilgi duymaları da göstermiştir ki eşcinsellik yayılır-bulaşır-özenilerek alışılır birşey değildir. Bu da hastalık olmadığının kanıtlarındandır.

Kapitalist, günü kurtarmacı liberal dünyanın güçlü birer parçası olmalarına rağmen cinsellik konusunda bilimsel, serinkanlı, olgun ve devrimci yaklaşımları alkışlanması gereken dürüst ve tek yüzlü ülkeler bu konuda kendilerine dil uzatan cahil ve ikiyüzlü ülkelere ne deseler azdır. Çünkü komik olan, günah keçisi yaratmak ve tüm komplekslerini, tüm hırslarını o keçiden çıkarmak değil midir? Bir güruhun içindeyken dalga geçenlerden yana olup, yalnız kalınca tecavüze kalkışan ya da ona çanak tutan toplum değil midir asıl aşağılanması gereken?

Muhafazakar çevreler kaygılansalar da bilim dünyasının eşcinselliği normal kabul etmiş olmasındandır ki artık heteroseksüelliğin de oluşum dinamikleri mercek altına alınmış bulunmaktadır. Mantık ve matematiğe kafası basan herkes için sonuçlar kaygılandırıcı değil, eğlendirici olacaktır.

İki hetero yanyana kendilerini sorguladığında ruhsal ya da bedensel hoşlandıkları ya da hoşlanmadıkları şeyler o kadar farklıdır ki. 6 milyar insanı sorguladığınızda ise sorularınıza alacağınız cevapların farklılığı milyarlarca kat artacaktır. Bu durum, cinselliğin sınıflandırılmaya ya da kalıplara oturtulmaya müsait bir kavram olmamasından ileri gelir. Şu ya da bu ahlak anlayışının avukatlığına soyunanlar, cinselliğin okyanusuna girmek için soyunmaktan korkanlardır!

Sürdürülen önyargılı tutumlarda es geçilen bir diğer ayrıntı da hem kadınlık hem erkeklik organı olan çift cinsiyetli hermafroditlerdir. Tam da bu ayrıntının es geçilmişliğine tekabul edercesine erkeksi / kadınsı kavramlarını tabiat değil, insan yaratmıştır. Oysa erkeksi ya da kadınsı olmanın nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek imkansızdır. Bu nüansı yakalayamayanlar cinselliği karmaşık bir kavram gibi algılayıp, kalıplara oturmayanları bu karmaşaya sebep olmakla suçlayarak cezalandırmak isterler. Algıda seçicilik oyunu oynarsak, dünyadaki eşcinsel ve zıtcinsel oranı yer değiştirseydi bu sefer heterofobiyle uğraşmak zorunda kalınabilirdi. Bu yüzden en iyisi vizyonumuzu bütün cinsel fobilerden temizlemek; aslolanın insan olduğunu, insanın insandan başka hiçbirşeye inanmaması gerektiğini savunmaktır.

Sadece seks üzerine kurulu bir ilişki yaşadığında bir kadın ve bir erkek de hoş karşılanmaz. Eşcinselliğin sadece seks üzerine kurulu bir ilişki biçimi olarak algılanması -seks eyleminin tıpkı zıtcinsellikteki gibi onlarca paylaşımdan sadece birisi olduğu gerçeğini ıskalamak- belki de eşcinsellere karşı tüm yanılgıların ve önyargıların temelini oluşturuyor. Kaldı ki, seks üzerine kurulu bir ilişki yaşamak da hangi cinsel kimlikten olursa olsun herkesin hakkıdır: Bunun adı ahlaki çöküş değil, tam tersi; görecelikler üzerinden algılayış farklılığı ve ayağa kalkıştır.

Saturday 19 April 2008

Marcel Proust

Söyleyecek o kadar çok şeyim var ki,
dalga dalga hızla geliyor.

Proust

artık "kısa" cümleler kuruyorum

artık kısa cümleler kuruyorum

-su gibi duru olup hep akmaya-
-başka sular tanıyıp çoğalmaya-
-dalgalanmaya, taşmayaa-
-artık kısa cümleler kuruyorum-
-sevdiklerim, sevmediklerim yanımdaaa-
-hayatıma giren herkese, yaşanmış herşeye-
-teşekkürler, büyüyorum sizinle!-

Monday 24 March 2008

Oza

Suçlayamam bırakıp gittiğin için
beni
şükürki girdin yaşamımıza
selam Oza...

Saturday 12 January 2008

I couldn't take it anymore

I couldn't take it anymore

When I was 13 years old, I started going to a very small school with about 20 students. On my first day I overheard remarks like “Oh he’s gay.” I think the other students knew I was gay because I was from a group home for gay and lesbian foster youth called GLASS (Gay and Lesbian Adolescent Social Services). The next day, someone asked, “Are you gay?” I had accepted myself and come out to the people at my group home, but I didn’t know how the students at my school would react if they knew. At my previous school, some of the kids had fought me and called me names because I was gay. So I said “no” and someone from behind me who also was from GLASS said, “Don’t lie. Tell them you’re gay.”

The next day on the bus the same boy who had asked me if I was gay threw a marker at me. I got out of my seat and hit him and we started to fight. After what felt like two minutes, two kids broke up the fight and we both got sent home for two days. I thought the fight would make the boys back off, but when I got back to school nothing had changed. For the next year and a half I felt that I was going through a maze, no matter where I went at school I could not escape being picked on because I was gay.

There were six gay kids at my school at the time, three boys and three girls from GLASS. The other gay boys were also getting harassed. They wouldn’t say anything; they’d just roll their eyes and ignore the kids. But something inside of me had to prove that I was not afraid of them. I had so much anger from my past. Growing up I had to stand up to a lot of people, like my family and foster parents who didn’t treat me right, so I did not feel threatened by anyone. When someone would call me a name I’d say something back like “f--- you!” or “Shut the f--- up!” We’d get in each other’s faces and argue and get in-school suspension.

He taunted me under his breath

Illustration by Brian Lopez-Santos, 16, Marshall HS
One day a boy who was always saying stuff was on the other side of the classroom and I heard him say “faggot,” “gay boy” and “fruitcake” over and over. When I looked up he would look away. The teacher said to him, “Get back to work.” But the boy kept calling me names so I said “Shut the hell up” and he whispered under his breath “fag.” I was so mad I picked up a stapler off the teacher’s desk and hit his arm.

Instead of suspending me, the teacher sent me upstairs to the conference room for the rest of the day. I felt that he knew that I knew what I did was wrong, but being on in-school suspension was enough punishment because I was being teased every day, and he was trying his best to keep me from getting into trouble at school and at home.

When the teachers caught the boys picking on me, they sent them to the dean’s office and gave them in-school suspension. But they would catch them only some of the time. My counselor helped, too. She would talk to them and at first they would leave me alone, but a couple days later they would bother me again.
During lunch and sometimes during class I would talk to my teacher’s aide, Michelle. I felt comfortable around her because she could always tell if there was something wrong with me and she would listen. When I talked to her about the teasing and said that I was getting tired of it, she would tell me that the teachers were doing all they could to make the name-calling stop. It seemed like the teachers were taking small steps, but still, it wasn’t enough.

Others before me had fought for gay rights

I started to hate all the boys. Sometimes I wished that I had never come to my school. Then a few months later my group home showed us a movie about the Stonewall Riots. Back in the 60s, police officers in New York would go inside gay bars and beat up gay and transgender people and arrest them just for being gay. Lesbian, gay, bisexual, transgender and queer (LGBTQ) people got tired of all the madness. They felt they deserved the same respect and rights as everyone else. So in 1969, they protested and fought against the police and started riots. Seeing what they had to go through to demand respect, that’s what I felt I was going through, having to fight for respect. Watching them standing up for their rights, I felt I should do the same. But what I’d been doing, standing my ground by going to a teacher, wasn’t working.

One day during elective this boy said, “fag.” I got out of my chair and flung some checkers in front of him. Then I walked out of the classroom and went upstairs to talk to my counselor because I was fed up. I felt like I was inside a videogame and whoever could make me go off the most wins. I told her about the other boys bothering me. She said she would talk to them.

It seemed to help. Two weeks went by and no one said anything to me. Then two or three new kids came to the school. The new kids started talking mess and saying their little remarks, too. One of the new kids said to my friend, who is a boy who dresses as a girl, “Man, that’s nasty.” We exchanged words and got into a fight. Next thing I knew I was getting carried out of the classroom by the teacher.

A week later, Christina, one of the staff at my after-school program for the kids at GLASS, asked how school was going. I told her about all the things that were going on. I hadn’t told the staff at GLASS because I didn’t think GLASS could do anything since it was a school issue. She said gays and lesbians have rights. She said that what was going on was called sexual harassment and that I could press charges against the kids, or on the school if the teachers and administrators weren’t doing anything about it. She gave me a paper that listed what qualified as sexual harassment, such as touching someone who doesn’t want to be touched, talking to somebody in a sexually inappropriate way and saying inappropriate things. Having that paper in my hand made me feel empowered.

At school the next day I showed my counselor the paper. She was very supportive. She had two police officers come to school and talk to the kids about sexual harassment. As soon as the officers said that gays could press charges, all the kids stopped goofing off and listened. It made me happy to see the looks on the boys’ faces. It was like I was finally getting back at them, but in a different way. The next week, the staff at my school came to each classroom and announced that if anyone was caught sexually harassing someone, they could be suspended, expelled or have charges brought against them.

Things didn’t change overnight, but they did eventually get better. The kids didn’t get the point until the administration started sending kids home and they saw the school was serious. It took about three months for everyone to come around and when they did, everything was cool. The boys began to talk to me. They even started calling me their homeboy. At first I thought, “Is someone trying to play a joke on me?” but they kept on saying it. After awhile I let go of my anger and decided that I was going to give this a chance and get to know the other kids. I thought that if I stayed mad, I would keep them mad and there would have been no point in going through all that I went through to make a change. I thought it would be a lot better if they got to know me and the other gay kids because then they would know that it was OK to be friends with someone who is gay.

Gay or straight, we had a lot in common

We started to hang out at school and at the park during P.E. We would talk about what we did over the weekend and what we were going to do the next weekend. Being gay doesn’t make me any different from other kids. We all do the same things, like go to the movies and the mall, so I had a lot in common with most of them.

Now they are my homeboys. Sometimes we slap box (play fight). They hang out with us at the bus stops. We show them photos of us and our gay friends. I feel more comfortable knowing that I’m accepted. I do things I wouldn’t do before, like wear a rainbow necklace or bring pictures of myself with my boyfriend.

I used to think they were savages, but now that I’ve gotten to know them, I see that they are different people than they were before. I think they were acting like that because they thought somebody would say that they were gay if they hung out with us. This goes on everywhere and it’s unnecessary. Why care if somebody thinks you’re gay or not? If you know you’re not, you shouldn’t care about what other people think. If they want to make a big deal about it, then that’s somebody you shouldn’t be hanging around.

The school has gotten a lot of new kids since then, but everyone gets along now. Some people say things here and there but the teachers are on it right away, telling them that it is not OK and sending them to the dean’s office. I know that things are not going to go back to the way they were. I’m glad that the kids at school can see the gay kids for who they are.

When I was younger I felt that everyone was my enemy. Now that I’m older, I know that not all straight people are bad. A lot of people support me, like the staff at my group home, and not all of them are gay. The same with the kids at school. They hang out with me and they’re cool. They’re not bad people.

I feel good about the changes at my school. I am not happy about how long it took, but I’m happy knowing I can come to school without being picked on. Everyone should be given respect no matter who you are, how you look or how you act. You can’t judge someone just by the way they look. You have to get to know them.


Ne zaman uyanmayı düşünüyorsunuz?





Ne zaman uyanmayı düşünüyorsunuz?

İlla ki bir " poke" yada -türkçesiyle- "dürtük" mü bekliyorsunuz, o güzel, ikiyüzlü uykunuzdan uyanmak için? Soruyorum size... Daha neyi bekliyorsunuz ? Cumhurbaşkanını kendi adamından seçti. Güya, halk seçti dedirterek de saçmasapan, sadece kırtasiye masrafı çıkaran bir de seçim yaptı ki, "biz değil, siz seçtiniz"e getirmek için. Uyuyun...sayın millet, uyuyun! Ama, öyle bir zamanda uyanacaksınız ki, çok,çok,çok geç olacak! E, peki YÖK başkanına ne diyorsunuz ? Daha şimdiden birşey söylemek istemem ama bu da "kendi adamını koyma" gibi birşeyden ibaret gibi gözüküyor. Zaman içinde anlayacağız ama hiç de anlaşılmayacak gibi de durmuyor! Zaman, diyelim ve geçelim.

Huysuz Virjin'e yapılan engellemeye ne diyeceksiniz? Pardon, siz uyuyordunuz, özür dilerim(!). Uyandırmayayım sizleri, o güzel(?) uykunuzdan! Herşeyi engellemekle nereye gideceklerini sanıyorlar acaba? Ona engel, buna sansür,... Kendi koyu ataerkil sistemlerini uygulamak için şimdiden böyle küçük adımlar atıyorlar. Atsınlar, diyorsunuz, geçiyorsunuz. Kusura bakmayın vallahi, ben içimde artık bunları saklayamayacağım! Bu kadar "salak" yerine konmaya gelemeyeceğim! Aynı amerika gibi...küçük amerika yapmaya çalışıyorlar zaten. Amaçları o kadar açık ki, ama siz güzel milletim anlayamıyorsunuz! Huysuz'un neyi vardı ki, kaldırdılar ? Eğer uygun olarak görmüyorsa aile, kanalını değiştirir. O kadar zor mu? Sen neden baştan engel koyuyorsun ki, anlamıyorum! Ne zararını gördün o karakterin ? Senin kalıplarına uymuyor değil mi? Pardon!

Peki, şu Pendik Belediyesi'nin sadece "imam hatipli kız öğrencileri" taşıyan özel ve ücretsiz servislerine ne diyeceksiniz? Bu kadar da insanları aptal yerine koyamazsınız ama! Diğerleri birşey söylemeyebilir ama ben söyleyeceğim. Başı örtülü, imam hatipli ya!...onlara servisler bedava, hem de evlerine kadar! Ohh!... Sadece bunu Pendik Belediyesi yapmıyor,tabii. Gazeteleri falan okuyorsanız/okursanız, göreceksiniz! Ama, ben yine unuttum. Pardon! Siz uyuyordunuz...nasıl gazete okuyabilirsiniz ki...? Olsun, ben yazayım da belki uyanınca okursunuz...belli mi olur...

Biraz da anayasadan, kanunlardan, taslaklardan,vs söz edelim. "Genel ahlâk" diye birşey çıkaracaklar yeni yasa tasarısı ile birlikte. Şimdi bu "genel ahlâk" nedir ? Kime göre, neye göre ? Bir imama göre mi, bir müftüye göre mi, yoksa islâm tutkunu bir bakan ya da milletvekil(ler)ine göre mi ?... Yani, ben de bilemiyorum hangisine göre. Belki, daha da ekleyebilirsiniz, benim aklıma o kadar geldi. "Özgürlükçü bir anayasa yapılacak." deniliyor,tamam...iyi ama bu özgürlükler kimin için ve neyin özgürlüğü ? Bu zamana kadar uygulamak istedikleri aşırı islamcı rejimin adımları olmasın yoksa? Artık, bilemeyeceğim...onu da siz uyanınca düşünürsünüz bir zahmet! "Özgürlükçü bir anayasa" deniliyor, demin de söyledim. Bu özgürlükler neymiş acaba, çok merak ettim! Bu şu demek olmasın: "özgürlüklerin sınırlarını belirleyelim,hadi." ? Çok açık söylenecek değil ya, alttan alttan sokuşturuveriyorlar! İnsanları bunlar dinden soğutur, vallahi! Yok islamofobyaymış, yok başörtüsüymüş,vs... Zaten bunları yaparken insanlarda fobi oluyor dine karşı. Neden bu ülkede başörtüsü sorunu, hâlâ "sorun" olarak kalıyor ? Hemen söyleyeyim. Çünkü, o siyaset için bir araç ve oradan bir açık kapı bırakıyorlar. İnsanlar oy toplamak için, "biz bu sorunu çözeceğiz" deyip insanları kandırmak için, vs... Bizim insanımız da, "kek" gibi inanıyor bu kandırmacalara! Ya kardeşim, birazcık gözünü aç, aç! Sana yapılanları, ülkene yapılanları gör!
Bak, anayasayı değiştirecekler, hem de jet hızıyla. Bir anayasa, bu kadar çabuk hazırlanılır mı? Bu, adı üstünde "anayasa". İki günde hazırlanılıp, "alın size anayasanız!" demekle olmuyor. Haa, pardon! Siz, bunu da "oldu bittiye" getirip, çaktırmadan, geçirmek istediğiniz kanunları bu yolla geçirmeyi düşünüyordunuz. Pardon ama herkes, sizin erzak dağıttığınız kesim gibi düşünmüyor. Bu insanlar ,gerçekten düşünüyor. Cahil diye insanları kullanıp, üzerinden kendinize kâr sağlamanız, asıl ayıp olan! Seçim zamanlarında bu insanların şöyle söylediklerini de duydum: "burası akp'nın mahallesi siz buradan oy alamazsınız!". İşte, insanları nasıl doyurmasını, ağızlarını kapamasını çok iyi biliyorsunuz. Bunda çok,çok iyisiniz. Buna birşey diyemeyeceğim!

O kadar örgütlendiniz ki, belediyenin-zaten akpli olan belediye- her çalışanı bir akraba zincirinden oluşuyor. İlginç! Amcasının oğlu, teyzesinin kızı,vs ...bir de, bayan olanlar da özellikle başı örtülü oluyor, nedense ?... :)

Markete giriyorsun. Bir bakıyorsun, rafların çoğunu ÜLKER ürünleri kaplamış. Ne ilginç değil mi? :) Şunu düşünemediğimizi sanıyorlar: Eti yada başka bir markanın o raf için verdiği fiyatı öğrenip, daha düşük fiyattan anlaşıp bütün rafları kendi ürünleri ile doldurmak.

Uyuyun bakalım... iyi uykular!

Ama, daha söyleyeceklerim bitmedi. Peki şu "abi-abla" olaylarına ne diyorsunuz-uyanınca ? Ben söyleyeyim sizin yerinize. Bir gerçek örnekle anlatmak istiyorum. Bu "abi-abla"dan yola çıkarak cemaat evlerine gidebiliriz. Bir arkadaşım-başı örtülü bayan- bana kütüphanede ders çalışırken, "cemaat evlerinde kalmayı düşünmez misin? Hiç para ödemiyorsun, sadece yemek masrafı sende, o kadar." diye bir teklifte bulundu. Tabii, onlara katılayım, sonra içlerinden çıkamayayım değil mi? Önce onlar bana yardım etti diye, ben de boynumun borcuymuş gibi onlara diyetini mi ödeyeceğim, değil mi? Siz insanları "saf" mı zannediyorsunuz? Durumu olmayan çocukları böyle böyle kandırıyor, kendi içinize çekiyor ve içinizden çıkartmıyorsunuz, değil mi? Lütfen gerçekleri söyleyin bir kere de! Ama, siz işlerinizi gizli gizli yapıyorsunuz ya, doğru...pardon!

Yoksa, nasıl evlerde gizli gizli-arasıra kendinize çekmek için birkaç kişi çağırsanız da gizli saklı yapıyorsunuz- ev toplantıları(kuran okumalar,yavaş yavaş beyin yıkama seansları,vs) yapacaksınız, değil mi ? Akşamları eve dönerken, bir apartmandan sürü halinde çıkan adamları, gündüzleri de kadınları-"gün" niyetine toplanan kadınlar- neden görüyorum acaba ? Herhalde, ben yanlış görüyorum(!). Yoksa, bu yapılan toplantılar çok iyi niyetli(?) yapılan toplantılar...

Şimdilerde, bir de "TEMİZ İNTERNET" davası çıktı. Siz mi temizleyeceksiniz "pislikleri-gey,lezbiyen,transeksüel,travesti,eşcinsel,vs" ? Yoksa, İrandaki gibi, size uygun olmayan sitelere "devlete göre uygun değildir!" yazısını mı eklemeye çalışıyorsunuz yavaştan ? Herhalde, öyle düşünmüyorsunuzdur...benim içim fesat(!) galiba... :) Aslında, sizler çok iyi(?) insanlarsınız, dininize sadık, "temiz" insanlarsınız... Yani, bilime, teknolojiye de, o dînî şeyleri alet ediyorsunuz ya, pes! Şaşırmadan edemiyorum.

Tv programlarında, konusu "eşcinsellik" ile ilgili olan programların "genel ahlâka-kimin ahlâkı ise bu?- aykırı" diye kaldırılması nedir peki ? Ne yazacağımı az-çok tahmin edersiniz uyuyan milletim! Ahlâk dersi alacağız bir de bundan sonra...başka işimiz yok ya! Bir de, bir tek doğru olan onların ahlâk anlayışı(?) ya, pardon! :)

Bu kadar ince(!) çalışmayın, lütfen! Kendinizi bu kadar yormayın! O kadar işinizin arasında bu kadar detaylarla(huysuz virjin'e yapılan yasak, "temiz internet" olayı,vs) uğraşacak vakit nasıl buluyorsunuz, anlayamıyorum...ilginç!

Şu uyuyanları da artık uyandırmanın vakti geldi. HEYYY MİLLET! UYANN! UYANNN! Özgürce yaşayacağın, eylem yapacağın, düşüncelerini rahatça ifade edebileceğin ülken hazır varken, UYANN! Yoksa, seni tamamen uyutacaklar, HAZIR OL!

Benden söylemesi, ister uyanırsın, ister uyanmazsın. Ama, sonucu sana da dokunacak, bunu sakın UNUTMA! Bana dokunmayacak sanma, gün gelir "ahh! Keşke uyansaydım." dersin ama çok geç olur. O yüzden, "dürtmek" istedim.

Hadi iyi uykular ya da GÜNAYDIN!