Sunday 20 April 2008

ANTİPATİ değil EMPATİ

ANTİPATİ değil EMPATİ

1.Sadece tabiatın desteklediği, ama ait olduğunuz insan türünün gözünde bir uzaylı ya da yaratık gibi algılandığınız cinsel kimlikle dünyaya geliyorsunuz.

2.Akla karanın henüz belirginleşmediği, ilerde bol bol anacağınız çocukluk yıllarınızı yavaş yavaş geride bırakırken ergenlik yıllarınızın, altını daha belirgin çizmeye başladığı aşk ve cinsellik gibi hayatın en can alıcı kavramlarıyla çoğunluğun onaylamayacağı bir biçimde tanışıyorsunuz.

3.Bir yanda çoğunluğun güle oynaya yaşadığı ya da desteklendiği, tek geçerlilik arz ettiğine karar verilmiş bir ilişki biçimi olarak zıtcinsellik sürekli gözünüze sokuluyor. Öte yanda son derece insani, sonradan adının aşk olduğunu öğreneceğiniz bir duygu yaşınızla birlikte hatlarını sivriltiyor ve muhatabına bile açılamadığınız ilk depresif kıpırdanmalar baş gösteriyor.

4.Duygudaşlarınızdan belli bir seviyenin üzerinde entelektüel ve bilinçli olanların kendilerini ifade ettiklerini görünce özgüveniniz yerine geliyor, ama onların nasıl aşağılandığını ve alaya alındığını görünce tekrar tüm karanlığı ve derinliğiyle ininizi boyluyorsunuz.

5.Ve tüm bu olumsuz şartlara rağmen sanata, modaya, estetiğe, felsefeye, politikaya…kısacası çoğu insani meseleye olan duyarlılığınız bile tırnak işareti içinde anlatılıyor.

6.Gazetelerde cinayete kurban gitmiş daha talihsiz bir eşcinselin katili ‘eşcinseldi, hakim bey’ diyerek öldürme özgürlüğü istiyor; ama siz sevme-sevilme özgürlüğü isteyemiyorsunuz. Çünkü Türkiye hazır değil!

Türkiye neye, ne zaman, nasıl hazır olacak? Anlamak mümkün değil.

HETEROSEKSİZMİN...

HETEROSEKSİZMİN KARANLIĞINDA CİNSEL AZINLIKLAR

Bu hassas konunun bencesi sencesi yoktur. Eşcinsellik ne sapkınlıktır, ne tercihtir, ne hastalık, ne özgürlükçü bir akım, ne de komedi. Tabiatta tüm canlı organizmalarda (bitkilerde bile) belli oranda rastlanan, tıpkı zıtcinsellik gibi doğuştan oluşagelen bir durumdur. Ataerkil kaygılardan dolayı, yaygın inanışlarla (sadece destekleyici rol oynayabilecekleri unutularak) sebep gösterilen gerekçelerin giderilmeye çalışılması bu realiteyi değiştirememiştir. Hayatı, tabiatı, uzayı anlamaya çalışan zeki insanların önerdiği ve dünya sağlık örgütünün de 1973’de kabul ettiği gibi normaldir. Ahlak, kanun ve organize-din gibi insan eseri dogmalar, tabular er ya da geç tabiatın dinamiklerine yenik düşecekler ve sevgi egodan arınmış, sınır tanımayan haliyle haklı çıkacaktır. Çünkü sevginin haklı çıkmak gibi bir derdi yoktur.

Eşcinsellerin mutsuzlukları kesinlikle içerden kaynaklanmaz, ana şalter dışardadır. Toplumun ve onun onaylanma saplantılı sözde aydınlarının cehaletinden kaynaklanır. Mutsuzlukları, genel önyargıların doğurduğu ana mutsuzluğun eklentileridir. İnsan dediğimiz varlığın zaten kainatta toz zerresi kadar değeri yokken ‘yaşamadım, bu konuda olumsuz bir şey söyleyemem’ diyemeyenlerin mengenesinde sıkışan onurları, ötekileştirilerek ele alınışları İngiltere başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde ciddiye alınarak psikolojik travmaya sebebiyetten ırkçılıkla eşdeğer görülüp yedi yıl hapisle cezalandırılmaktadır. Gelelim cinsel yönelimlere: 1- Zıtcinsel, 2-Biseksüel, 3-Eşcinsel...Cinsellik bundan mı ibaret sanıyorsunuz? Göğüs ve beden tektir ama içinde yaşayan ruhlar ne iki ne de beştir; saymakla bitmez. İnsanoğlu yüzlerce katmandan oluşan bir soğana benzer. Mevsimler yaz ve kıştan, renkler siyah ve beyazdan ibaret değilse cinsellik de kadın ve erkek ilişkisinden ibaret olmayacaktır. Size ezberletilenleri kendi özgürlüğünüz için unutmalısınız. Dünyada kaç tane insan varsa o kadar cinsel kimlik vardır.

Haddinin hududunun saptanması gereken bir modernite sorunsalı gibi algılanmayıp, (Leonardo Da Vinci, Shakespeare, Michelangelo, Oscar Wilde, Platon, Sokrates, Aristo, Tschaikovski, Beethoven, Rimbaud, Marcel Proust gibi) mensuplarının hatırı sayılır kısmı incelendiğinde her birinin tanındığı alana ismini altın harflerle yazdırmış olması homofobiklerin aydınlanmasına yetecektir ki: Her şeyin ters gittiği dünyada eşcinsellik şeffaflık kültürünü tanrılaştırabilecek, ekonomiden ölüm teknolojisine, eğitimden sanata, dincilikten dindarlığa, medyadan toplumsal rollere, azınlık-çoğunluk ilişkilerinden siyasi konulara, kısacası bütün bir sömüren-sömürülen hattında insanlığın değer yargılarını zincirleme düzeltebilecek potansiyele sahip, tarih kadar eski bir gerçektir.

Bizim kültürümüze ters diyerek cümleye başlayan adamı nasıl aydınlatmalı? Eşcinselliğin ne belli bir adresi, ne belli bir mesleği, ne belli bir ırkı, ne belli bir çağı, ne belli bir kültürü, ne belli bir kavmi, ne belli bir mezhebi, ne belli bir ekonomik sınıfı, ne de belli bir ülkesi vardır. Tıpkı zıtcinsellik gibi, tabiata ve hayata özgüdür. Daha doğrusu cinselliğin canlıları sınıflandırmak gibi bir meselesi yoktur. Cinsel sınıflandırma, insan denen varlığın bu konudaki düşünsel başarısızlığını itiraf ediş biçimi; skaladaki sonsuz renk katmanını ikiye indirme çabasıdır.

Tam da toplumun istediği gibi eşcinsel kimliğini bastırmayı başarmış bir erkek fiziksel olarak yüzlerce kadınla da beraber olsa duygusal orgazm potansiyeline sahip olamayacaktır. Cinsel kimlikte belirleyici unsur seks değil, duygusal-ilgisel yönelim alanıdır. Bu konuyu değerlendirirkenki tutumlarından da anlaşılacağı üzere aklı fikri sekste olanlar aslında heteroseksistlerdir.

İstisna öyküler yok değildir. Eşcinsel deneyimler sonrası biri ilerde evlenip çoluk çocuğa karışmış olabilir. Burada ‘bak, evlendi mutlu oldu’ gibi toplumsal mesaj kaygılı bir çarpıtmayla heteroseksizmin ateşine kömür atıp eşcinselliği yakmak, yok etmeye çalışmak yerine o kişinin aslında biseksüelliğe yakın olduğunu görebilmek, cinselliğin kaygan zeminli bir kavram olduğunu ispatladığını anlayabilmek gerekir. Tıpkı cinsel yönelim özgürlükçülerinin anlatmaya çalıştığı gibi. Çünkü tam tersinin yaşanmış olduğu öyküler daha fazladır: Dünyayı karşısına almak gibi algılayıp korkan, yeterince bilinçlenmemiş eşcinsellerin psikolojik baskı altında evlenip, sonradan boşanarak 40’lı yaşlarında mutluluk trenini yakalamaya çalıştığı öyküler çok daha fazladır.

Biyolog Kinsey'nin araştırmalarına göre dünya nüfusunun en az %80'i zıtcinsel ve bu oran her çağda aynıydı ve hiçbir zaman değişmeyecek. Eşcinselliğin yaygınlaştığı falan yok, dünya nüfusu arttığı ve insan haklarına dair kanunlar kendini ifade etme özgürlüğü getirdiği için homofobik insanlar eşcinsellik yayılıyor sanıyorlar. Kimse ait olmadığı bir cinsel tabiatı teşvikle destekle yaşayamaz. Öyle olsaydı önce eşcinseller karşılarındaki homofobik güruhtan etkilenip değişirlerdi. Daha demokratik şartlarda yaşayan eşcinsel çiftlerin yasal haklarıyla edindikleri evlatlarının büyüdüklerinde karşı cinse ilgi duymaları da göstermiştir ki eşcinsellik yayılır-bulaşır-özenilerek alışılır birşey değildir. Bu da hastalık olmadığının kanıtlarındandır.

Kapitalist, günü kurtarmacı liberal dünyanın güçlü birer parçası olmalarına rağmen cinsellik konusunda bilimsel, serinkanlı, olgun ve devrimci yaklaşımları alkışlanması gereken dürüst ve tek yüzlü ülkeler bu konuda kendilerine dil uzatan cahil ve ikiyüzlü ülkelere ne deseler azdır. Çünkü komik olan, günah keçisi yaratmak ve tüm komplekslerini, tüm hırslarını o keçiden çıkarmak değil midir? Bir güruhun içindeyken dalga geçenlerden yana olup, yalnız kalınca tecavüze kalkışan ya da ona çanak tutan toplum değil midir asıl aşağılanması gereken?

Muhafazakar çevreler kaygılansalar da bilim dünyasının eşcinselliği normal kabul etmiş olmasındandır ki artık heteroseksüelliğin de oluşum dinamikleri mercek altına alınmış bulunmaktadır. Mantık ve matematiğe kafası basan herkes için sonuçlar kaygılandırıcı değil, eğlendirici olacaktır.

İki hetero yanyana kendilerini sorguladığında ruhsal ya da bedensel hoşlandıkları ya da hoşlanmadıkları şeyler o kadar farklıdır ki. 6 milyar insanı sorguladığınızda ise sorularınıza alacağınız cevapların farklılığı milyarlarca kat artacaktır. Bu durum, cinselliğin sınıflandırılmaya ya da kalıplara oturtulmaya müsait bir kavram olmamasından ileri gelir. Şu ya da bu ahlak anlayışının avukatlığına soyunanlar, cinselliğin okyanusuna girmek için soyunmaktan korkanlardır!

Sürdürülen önyargılı tutumlarda es geçilen bir diğer ayrıntı da hem kadınlık hem erkeklik organı olan çift cinsiyetli hermafroditlerdir. Tam da bu ayrıntının es geçilmişliğine tekabul edercesine erkeksi / kadınsı kavramlarını tabiat değil, insan yaratmıştır. Oysa erkeksi ya da kadınsı olmanın nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek imkansızdır. Bu nüansı yakalayamayanlar cinselliği karmaşık bir kavram gibi algılayıp, kalıplara oturmayanları bu karmaşaya sebep olmakla suçlayarak cezalandırmak isterler. Algıda seçicilik oyunu oynarsak, dünyadaki eşcinsel ve zıtcinsel oranı yer değiştirseydi bu sefer heterofobiyle uğraşmak zorunda kalınabilirdi. Bu yüzden en iyisi vizyonumuzu bütün cinsel fobilerden temizlemek; aslolanın insan olduğunu, insanın insandan başka hiçbirşeye inanmaması gerektiğini savunmaktır.

Sadece seks üzerine kurulu bir ilişki yaşadığında bir kadın ve bir erkek de hoş karşılanmaz. Eşcinselliğin sadece seks üzerine kurulu bir ilişki biçimi olarak algılanması -seks eyleminin tıpkı zıtcinsellikteki gibi onlarca paylaşımdan sadece birisi olduğu gerçeğini ıskalamak- belki de eşcinsellere karşı tüm yanılgıların ve önyargıların temelini oluşturuyor. Kaldı ki, seks üzerine kurulu bir ilişki yaşamak da hangi cinsel kimlikten olursa olsun herkesin hakkıdır: Bunun adı ahlaki çöküş değil, tam tersi; görecelikler üzerinden algılayış farklılığı ve ayağa kalkıştır.

Saturday 19 April 2008

Marcel Proust

Söyleyecek o kadar çok şeyim var ki,
dalga dalga hızla geliyor.

Proust

artık "kısa" cümleler kuruyorum

artık kısa cümleler kuruyorum

-su gibi duru olup hep akmaya-
-başka sular tanıyıp çoğalmaya-
-dalgalanmaya, taşmayaa-
-artık kısa cümleler kuruyorum-
-sevdiklerim, sevmediklerim yanımdaaa-
-hayatıma giren herkese, yaşanmış herşeye-
-teşekkürler, büyüyorum sizinle!-