Tuesday 25 November 2008

Kondom!

Blog'umu takip edenler, şöyle bir göz atanlar,
size kendimin de içinde bulunduğu bir kampanyadan bahsetmek istiyorum.
BİR GENÇLİK HİKAYESİ!

Nedir bu "bir gençlik hikayesi" ? Hemen açıklamaya başlayayım. 1 yaşını doldurmuş, CİNSEL SAĞLIK-ÜREME SAĞLIĞI başlıklarını içeren bir gönüllü kampanya. UNFPA(TURKEY) ve HABİTAT İÇİN GENÇLİK DERNEĞİ öncülüğünde devam etmektedir.

Dünyanın ve Türkiye'nin ilgilendiği konular çok farklı ama bizler hep bu konuyu unutuyoruz bence. Aslında en önemli şeylerden biri: cinsel sağlık-üreme sağlığı. Hep kaçıyoruz konuşmaktan, dile getirmekten...nedense?! Böylece kocaman bir TABU haline getirdik cinsel sağlık konusunu. Bugünlerde Tuğba Ekinci'nin "Kondom" şarkısını indirdim-internet'in bir güzelliği:download :) O şarkıyı dinliyorum ara ara. Bence çok güzel ve çok da anlamlı bir şarkı. Ama biz bunu da ti'ye alıyoruz, .iklemiyoruz yani(amiyane tabirle).

"Dünyaya kondom
Herkese kondom
Eline beline cebine kondom
..."


Alın bakalım ti'ye. Alın, alalım da görelim daha ne kadar cinsellik konulu vahşet sahneleri görebileceğimizi. Vahşet, belki uygun bir kelime olmayabilir burası için ama durumun önemini arzetmek için şeyettim. ;) Belki bu blog'ta gözünüze çarpar, dikkatinizi çeker ve siz de kampanya için bir şeyler yapmak için çaba gösterebilirsiniz. Ya da en azından bu konunun farkında olabilirsiniz.

Bence bu kampanya/çalışma çok önemli bir adım ama biz bu adımı atmaya pek yeltenmiyoruz. Birçok yerde(festivaller, yerel tanıtımlar) tanıtım yapma şansım oldu ve yine birçok insanla bu konu hakkında konuşma fırsatım oldu. Kişisel olarak çıkardığım şey şudur: hâlâ büyük bir tabumuz var!
Evet, bazı konuştuğum, tanıştığım insanlar çok önemli çalışma olduğunu söylediler ve beni can kulağıyla dinlediler. Söylediklerim bazılarına çok karmaşık, üst, entel konular olarak gelse de...biz bunu yapmaktan değil, konuşmaktan korkuyoruz. Yaparken herkes yapıyor ama konuşmaya gelince, bilgilenmeye gelince iş değişiveriyor. Bildikleri yolun doğru olduğunu sanan o kadar çok insan var ki!..
Daha kadınlardan kendi organının adının ne olduğunu bilmeyen sayısı bile vahim denecek düzeyde! Tabii, erkeklerin de başka türlü eksikleri var. Bunları kötülemek için söylemiyorum. Kendimizi eğiterek daha iyi bir cinsel hayata sahip olabiliriz. İlk gece korkularımız, erken boşalmalarımız belki daha aza inecek... İnsan konuştuğu ölçüde rahatlıyor. Neden bu sorunlar aksettiği zamanlar psikaytrlara gidişler arttı? Demek ki, bir şeyleri anlatmaya çalışıyoruz.
Kendi vücutlarımızı bile tanımıyoruz. Ben de öyleydim en başta. Ama bu kampanya'ya katıldıktan sonra fikirlerim çok değişti. Başka türlü bakmaya başladım cinsel sağlık konusu'na. Konuştukça rahatlıyor, bilgilendikçe kendinize güveniyorsunuz. Buradaki güvenin anlamı daha farklı tabii. ;)
Neden biz de azıcık olsun bilgilenmeyelim?..

Posterlerimiz vardı. Onları asmak için eczane ve dükkanları dolaştım ama onlar bile çekindi ilk başta. "Bu nasıl bir kampanya yahu?" gözüyle baktılar önce. Sonra kampanya'ya kendileri de dahil olmak istediklerini söylediler.

Hâlâ prezervatif almaya çekiniyoruz. "Aman, kimse görmedi umarım. Şunu alayım da hemen çıkayım şu dükkandan!" Çoğumuz bunları geçiriyoruz kafamızdan veya bunlara benzer sözleri. Öyle değil mi?

O zaman gelin bir siteyi ziyaret edin ;)
Ama gerçekten edin!..

Ayrıca, ben daha çok cinsel sağlık ayağı üzerinde durdum ama üreme sağlığı hakkında da çok büyük eksiklerimiz var. O da çok önemli bir ayrı başlık. İşte sitede hepsi hakkında bilgi var. Soru da sorabiliyorsunuz- sormaktan çekindiklerinizi :)


www.birgenclikhikayesi.com

Hadi kolay gelsin ;)

Saturday 22 November 2008

Alıntılar - 2


Devlet okullarımızın tek amacı yalnız ve yalnız baskı altına alma tekniğini öğretmektir.

O zaman uysallığı ve ürkekliği yaygınlaştırabilecekler; kitleleri gittikçe daha çok evcil hayvanlara dönüştürebileceklerdir.

Her görevli, elinde yetki bulunduran herkes, emri altındakilerin uysal olmalarını ister. Bu kimseler, emri altındakiler, kendilerinin ihsan etmek lütfunda bulunduğu şeyler için minnettar olacak yerde, nelerle mutlu olacakları konusunda kendileri karar vermek isterlerse, öfkelenirler.

Meteoroloji bilimi, yağmur duasından yarar bekleyenlerin çoğunun rahatını kaçırmıştır; ama iyi kalplilik için dua etmek insanları pek rahatsız etmemektedir. İyi kalpli olmanın nedenleri yağmurun nedenleri kadar iyi bilinseydi aradaki fark da ortadan kalkardı. Bir Harley Street uzmanına birkaç sterlin ödemekle bir ermiş olunabilseydi, kendini kötü emellerden kurtarmak için bir doktor çağırmak yerine dua eden kişi ikiyüzlü olarak nitelenirdi.

Geri zekâlılık ile iyot eksikliği arasındaki bağlantı herkesçe bilinir. Belki, zeki kişilerin , yeterince temiz olmayan kaplarda oluşan bazı ender bileşimlerin, yiyeceklerine çok az miktarda karıştığı kimseler olduğunu bir gün keşfedeceğiz. Ya da, belirleyici etken, belki de annenin hamilelik dönemindeki beslenme yöntemidir.

Alıntılar - 1



Psikolojinin en büyük pratik önemi, sıradan insanların mutluluğun nelerden oluştuğu konusunda daha doğru bir fikir verecek olmasındadır. İnsanlar gerçekten mutlu olursa haset, öfke ve yırtıcı itilerle dolu olmazlar.


Kendileri mutluluğu kaçırmış olan ve başkaları için de öyle olmasını arzulayan kötü niyetli insanların engellemesi olmasa, günümüzdeki bilgi birikimi ile, içgüdüsel mutluluğu sağlamak herkes için kolaylaşırdı. Mutluluk yaygın olunca kendi kendisini koruyabilirdi; çünkü günümüzde tüm politikayı oluşturan nefret ve korkuya çağrı yanıtsız kalırdı. Ancak, psikoloji bilgisi bir aristokrasinin eline geçer ve onun tarafından kullanılırsa, bilinen kötülüklerin devamına ve yoğunlaşmasına yol açacaktır. Dünya, ilk ortaya çıkmasından bu yana görülmemiş ölçüde mutluluk getirebilecek her türlü bilgiyle doludur. Ancak, eski uyumsuzluklar, açgözlülük, haset ve dinsel zulüm yolu kapatmaktadır.

Sunday 16 November 2008

Kadın-Erkek Eşitliğinde Sondan 7’nciyiz

CENEVRE - Cenevre merkezli Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) her yıl yayımladığı, 130 ülkeyi kapsayan dünyada kadın-erkek eşitliğinin durumu hakkında hazırlanan rapor, kadınların erkeklerle sağlık ve eğitim, ekonomik güç ve siyasi temsil açısından, hangi ülkede ne kadar eşit olduğunu ortaya koyuyor. İlk sıraları geçen yıl olduğu gibi Norveç, Finlandiya, İsveç ve İzlanda’nın aldığı raporda, Çin, ABD ve Fransa’nın net bir ilerleme kaydettiği belirtildi

Kuzey Avrupa ülkelerinin kadına çalışma hayatında doğum sırasında tanınan haklar, yüksek standartlı eğitim olanakları ve çocuk bakımında devlet yardımı ile liste başında geldiği rapora göre, Kuzey ülkelerinin bile bazı alanlarda mesafe kat etmesi gerekiyor. 1’inci ülke konumunu bu yıl da korurayan Norveç’de dahi durumun mükemmellikten uzak olduğunu hatırlatıyor. Norveçli kadınlar, erkeklerin sahip olduğu ekonomik ve siyasi fırsatlar ile sağlık ve eğitim olanaklarının sadece yüzde 82’sine sahip.

Kuzey ülkelerinin hemen altında ise İngiltere ve Almanya gibi ülkeler yer alıyor ki buralarda daha büyük sorunlara işaret ediliyor. Rapora göre İngiltere ve Almanya bu konuda ileriye değil geriye gidiyorlar.

Dünya Ekonomik Forumu bu durumun faturasını sadece kadınların değil, tüm ekonominin ödeyeceğinin altını çiziyor. Zira nüfusun yarısı gerçek üretim potansiyelini ortaya koyamadığı için ekonomi de bundan olumsuz etkileniyor. Başka büyük ekonomilerin de kadın erkek eşitliğini sağlamada bir hayli mesafe katetmesi gerektiği anlaşılıyor.

Fransa, geçen yıl 51. sırada yer bulurken, kadınların ekonomik ve siyasi hayata katılımında sağlanan gelişmeden dolayı bu yıl 15. sıraya yükseldi.

Çin’de cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi yolunda önemli ilerlemeler sağlandığı kaydedilen raporda, bu ülkenin geçen yıla nazaran 17 basamak yükselerek 57. sıraya oturduğu ifade edildi.

ABD ise 2007 yılında 31. sırada yer alırken, bu yıl 27. sıraya yükseldi.

Raporda Türkiye 123. sırada gösterildi. Tunus 103, Ürdün 104, Birleşik Arap Emirlikleri 105, Mısır 124, Fas 125, Pakistan 127, Suudi Arabistan 128 ve Yemen 130. sıraya yerleşti.

Söz konusu raporun, eğitim seviyesi, siyasete katılım, sağlık ve yaşam süresi gibi kriterlere bakılarak hazırlandığı ifade edildi.

Kaynak: www.ntvmsnbc.com

Engizisyon Toplumu

HIDIR GEVİŞ / TARAF

Değişim, insanlar için hayatta kalmanın ve ilerlemenin neredeyse tek yolu. Bir dönem geçerli olan düşünceler ve inanışlar bir dönem geliyor değişiyor. Bir dönem geçerli olan moda ya da mimari akım bir dönem geliyor yerini başka bir akıma bırakıyor.Değişim, yüzyılımızda çok daha önemli bir kavram haline geldi. Çünkü hayatın ivmesi geçmis yüzyıllara göre çok daha hızlı.

Örneğin günümüzde yeni teknolojiler, yeni iş çeşitlerini ortaya çıkarıyor ve eski iş çeşitlerini gereksiz kılarak ortadan kalkmasına sebep oluyor. Bu hızlı değişim karşısında kendinizi yenilemekten ve değismekten başka çareniz yok. Aksi halde her şeyin gerisinde kalıyor, kabacası hiç bir işe yaramıyor ve tedavülden kalkıyorsunuz.


AMERİKA'NIN DEĞİŞİM YETENEĞİ

Nitekim, bu stratejik anlamından dolayı, Amerika’nın yeni lideri Obama’nın, seçim kampanyası boyunca ana sloganı değisim oldu. Amerika’nın dış siyasette, iç siyasette, ekonomide ve diğer alanlarda tıkandığı noktalar var. Bu noktaları aşmanın tek yolu ise değişimden başka bir şey değil. Obama, değişim için söz verdi, seçmenler de değişime oy verdi. Çünkü Amerikan toplumunun önemli bir çoğunluğu, kendisini felç eden sorunlardan kurtulmanın tek yolunun, değisim olduğunu biliyor. Zaten Amerika’nın her konuda dünyada lider olmasının anahtarı da bu; değişebilme yeteneği.
Peki Türkiye, değişim konusunda ne kadar yetenekli? Bence Türkiyenin böyle bir yeteği yok. Tezatlık bu noktada başlıyor zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin, kendisiyle en çok övündüğü dönem, kuruluş yıllarıydı; yani ülkede en büyük değişimlerin yaşandığı dönem. O halde ne oldu da Osmanlıya karşı değişmekle gurur duyan bir Cumhuriyet, değişime en çok direnen katı bir rejime dönüştü.Bunu anlamak için değişimin yolunun nereden geçtiğine bakmak lazım. Açık fikirli olmak değişimin önündeki engelleri kaldıran en temel etken. Böylece gerçeği görüyor ve onunla daha doğru ve saglıklı bir ilişki kuruyorsunuz.Ancak biz, gerçekle ilişki kurma yeteneğimizi bir türlü ilerletememiş ve tümden kaybetmiş bir toplumuz.
Bu bağlamda, Turkiye’de son yaşanan Mustafa filmi tartışmalarını buradan dehşetle izliyorum. Ulusal bir liderle ilgili bilinen ama dile getirilmeyen bilgileri bir film yaparak dile getirmiş Can Dündar. Ancak Kemalist pirizden cerayanını alan toplum, hemen sekter ve adaletsiz bir engizisyon mahkemesi halini aldı ve Dündar’ı yargılamaya kalktı. Atatürkle ilgili bazı gerçeklerin dile getilmesinden pek çok kişi rahatsız olmuştu.
Peki neden Atatürk’ü insan yapan özelliklerinden rahatsız oluyor bu toplum. Liderler kişisel hayatında alkole de düşkün olabilir başka bir şeye de düşkün olabilir ... Bu neyi değiştirir, ne var bunda…


GAY BAŞKAN

Bu konuda, bizdeki ve Amerika’daki zihniyet farklılığını ortaya koymak için bir örnek vermek istiyorum. 2005 yılında yayınlanan Abraham Lincoln’un Mahrem Dünyası (The intimate World Of Abraham Lincoln) adlı kitabın yazarı Richard Brookhiser, Amerikan eski başkanlarından Lincoln’un gay olduğunu çok açık bir dille yazmıştı ama ne kimse bundan rahatsız oldu ne de kıyamet koparan oldu. 1857–1861 yıları arasında başkanlık koltuğuna oturan James Buchanan için de aynu iddialarda bulunuldu ama yine kıyamet kopmadı.


ÇORAP KOKLAMAK

Hangi ülkede olursa olsun, bir lider, yatakta karısının çoraplarını koklayarak ereksiyon da olabilir, çok sevdiği bir müzisyenle yemek masasının altında aşk da yapabilir. Bunların o liderin lider karakteriyle ve yaptığı işle ne bağlantısı var ya da bunların bilinmesinin ne sakıncası var.Mesele bu değil tabii. Mesele Türkiye toplumunun gerçeklerle temas ederken yaşadığı elektiriklenme… Az önce dediğim gibi, bu toplumun gerçeklerle ilişki kurma konusunda ciddi bir problemi var. Bu sorun, gerçekleri kabullenememekten ve onları inkara yönelmekten kaynaklanıyor. Bu durum, hem toplumsal karaterimizdeki zayıflığın, hem de öz güven eksikliğinin bir göstergesi. Hepiniz şöyle bir etrafınıza bakın, kaç kişi kendi kişilik özellikleriyle barışık, kaç kişi kendi gibi davranıyor, kaç kişi kendini seviyor… Kendini inkar eden bir toplum, kendini olmadığı bir şey gibi görür ve sahiciliğini yitirir. Hataları ve günahlarıyla yüzleşemeyen bir toplumun kendini sevmesi de mümkün değil. Her şeyin altında kendine karşı gizli bir nefret yatıyor. Bu ülkede Atatürk’ü peygamber yerine koyanlar belki de Ataturk’den en çok nefret edenlerdir. Çünkü onu olduğu gibi kabullenmekte zorluk çekiyorlar. Oysa sevmek kabullenmektir. Türkiye toplumunun kendini kabullenme ve kendi kiri pasıyla yüzleşme konusunda garip bir direnç gösteriyor. Bu yüzleşmeyi bir türlü gerçekleştiremediği için de varolan sorunlar kronikleşerek yeni kuşaklara devroluyor.


GEÇMİŞİYLE BARIŞAMAYAN TÜRKİYE

Psikoloji biliminin kurucularından olan Freud’un ortaya attığı bir kavram var, “resistance” (direnc gösterme). Freud bu kavramı, bazı şeyleri hatırlamak istemediği için kendi hafizasını bloke eden hastalarının durumunu açıklamak için ortaya atmıştı. Hastaların bu bloğu kırabilmesi için de terapi yöntemi geliştirildi. Terapi, hasta ve doktor arasında karşılıklı konuşmaya dayanıyor. Doktor hastasına kritik sorular sorarak onu kendiyle ilgili daha farklı düşünmeye ve geçmişi ile yüzleşerek olan biteni karşındakiyle paylaşmaya itiyordu. Sağalma işte böyle sağlanıyordu.Türkiye toplumunun da geçmişini hatırlama konusundaki gereksiz direncini kırması ve hiç bir korku ve endişe duymadan, yaşadıklarını tartışması gerekiyor. Toplum olarak tüm cesaretimizi toplayıp, aynadaki o korkunç yüzümüze bir bakmalıyız. Bunu becerdiğimiz gün hep birlikte iyileşecek ve güzelleşeceğiz.

Saturday 1 November 2008

Haberler!

Haberler

Çok fazla haber dinlemeyi, gazete okumayı sevmeyen bir yapım var. Çok da fazla okumam gerekmiyor. Her gün neredeyse aynı haberleri izliyoruz, dinliyoruz, konuşuyoruz. Bir de üstüne neden okuyayım ama…değil mi?! Haftasonları okuyorum gazete(o da bana yetiyor) ama şöyle bir göz atıyorum sadece, o kadar. Bugün( 1 Kasım ‘08) Hürriye’e baktım biraz. Birkaç haber var, ondan bahsedeceğim. Birincisine başlayabiliriz…
Şu yazar ve pedofili olan kişinin söylediklerine gözüm takıldı: “benim yatan fahişe olmaz. Hovardayım kabul ediyorum. Benimle beraber oldular hayatları düzene girdi.” Bunlar insanın o kadar çok gözüne batıyor ki, yazmamak, konuşmamak elde değil! İlişkiye girdiği kadınları ilişkiye girerek kurtarmış güya! Nasıl bir düşüncedir yahu bu? Nasıl bir “kurtarma”dır bu? Zevkimi aldım, bağlantılarım sayesinde bir yerlere getirdim, demiyor da “benimle beraber oldular, hayatları kurtuldu”ya getiriyor lafı. Nasıl ülkedeyiz anlayamıyorum! Ayrıca, adam dışarıda geziyor şuanda, karısı da yanında pişkin pişkin gülerek poz veriyor. Hey allahım, diyorum ve bu konuyu şimdilik geçiyorum. Bunları görüyorlar bizim insanlarımız, bir de eşcinsellere laf atıyorlar: hastalık onlarınki diye. Bunlara ne demeli?! Eşcinsel bireylere yapmadığımızı bırakmıyoruz; sayıyoruz, sövüyoruz, yerden yere vuruyoruz, dayaktan gebertiyoruz, en aşağılayıcı şeyleri söylüyoruz,…vb. Nasıl bir adalet sistemimiz var anlayamıyorum kendi içimizde? Gitgide saçmalamaya devam ediyoruz; durmadan. Bakalım sonumuz ne olacak! Adana’da Zeynep Yılmaz adında genç kadının başından bir olay geçmiş. Onu korumayacağım, haklı göstermeyeceğim yaptığı şey için fakat insanların sınırlarını zorladıkça neler yapabileceğini görüyorsunuz. Sonuçta o da bir insan ve belli bir sabrı var. Herkesin ne tepki vereceğini bilemiyorsunuz! Bu kişiler, lezbiyen ya da gey ya da hetero da olabilirler, fark etmez!.. İnsanları suç işlediklerinde cinsel yönelimlerine göre değerlendirmek, asıl hastalıklı olan düşünce biçimidir. Size de birisi tokat atsa, saldırsa üzerine, “Aaa, teşekkür ederim beni dövdüğün için, ne zamandır dayak yememiştim!” mi dersiniz yoksa bir şekilde tepki mi verirsiniz??! Kimse sessiz kalacak değil sonuçta. Z.Y.’nin de yaptığı öldürme de ayrıca sorgulanacak bir durum ama şunu demek istiyorum: anlattığım açıdan da bakabilmeliyiz bir durumu incelerken. Ama bizde bu biraz zor oluyor!..
Bunlar olup biterken sanatsal şeyler de olup bitiyor tabiiki. 29 Ekim Perşembe günü Taksim-Talimhane Tiyatrosu’nda “Mehmet, Barış’ı seviyor” diye bir oyunu izlemeye gittim; her ne kadar Taksim hıncahınç dolu olsa ve ulaşım problemi çeksem de. Militarizm ve vicdani ret’ten bahseden hem oyun hem de dans gösterisi. Gidilmesi tavsiye edilir. Biraz arkalarda bir yerde ama gittiğinizde hoş bir ortam olduğunu anlayacaksınız, temin ederim. Kitap fuarı da başladı.
Ayrıca 4–10 Kasım tarihleri arasında Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde “GOL!” isimli bir sergi düzenleniyor. Bu sergi, Türkiye ile İtalya arasında tasarım maçını tüm izleyicilerine ücretsiz olarak gösterecek. Gidilesi bir etkinlik daha!..